24 Nisan 2010 Cumartesi

bak bi de bu vardı.

eskiler başka bir yerde mi yaşadılar hayatlarını;başka bir boyutta mı,yoksa eskiler hakkaten bi başka mı?müthiş bir hikayeyle devam ediyorum şimdi.bu başlık altında yazacaklarımın en güzeli olmaya aday bir nostaljik öğe!

Erzurumlu güzel insan Erol Ağabeyle muhebbet ederken,laf eski evlere,eski adetlere geldi."eskiden,kapıların üzeride iki tokmak olurdu.bunlardan biri büyük diğeri daha küçük idi.büyükçe olan,küçüğüne göre,-yalan olmasın- bir karış kadar yukarda olurdu.peki yetmiyor muydu bi tane?yetiyordu tabi!peki iki tokmağın lüzumu ne?şimdi şöyle:kapıya gelen erkekse büyük tokmağı,kadınsa küçük tokmağı döverdi.buna göre içeridekiler de gelenin kadın mı erkek mi olduğunu anlar;erkeğe kapıyı erkek,kadına kadın açardı!"

o,müthiş bir Erzurum şivesiyle anlatırken bütün bunları,ben cümlelerin,kelimelerin,seslerin arasında dolanıyorum.sohbet hiç bitmesin istiyorum için için,bi yandan da,vakit bulup bunları yazmak için kuduruyorum!devam etti:"kapının önünde kova görsen ne dersin şimdi?yolda yürüyorsun kapının önünde bir kova var..bi anlamı var mı?artık yok!!ama eskiden,Erzurum'da bir kapının önünde kova varsa,o evde erkeksiz,dul bir bayan yaşıyor demekti.bu kovayı boş gören her kimse,o kadıncağızın işini yapacak kimsesi yok diye,o kovaya çeşmeden su doldurup kapının önünde bırakırdı.kapıya vurup bıraktığını işaret eder,sonra kendi işine giderdi..."

melül melül baktığımı görünce,hikayelerden ve sohbetten çok keyif aldığımı anladı tabi..başladı gülmeye:
"e sen sordun oğlum,ne bahirsen eyle balıh kimin!!sordun anlattıh da!aha eşte,eskiden insanlıh ta vardi!"

insanlık;tabi ya,bak bi de bu vardı!!

23 Nisan 2010 Cuma

duman!


doğa di mi?her şeyin üstesinden nasıl da geliyor işte..dünyanın en büyük ülkeleri,kendilerine en modern,en medeni diyenler,haritada yerini bilmedikleri bir ülkenin,yerini bilmedikleri,adını bile söyleyemedikleri bir yanardağının tepesinden çıkan duman ve kül nedeniyle perişan!sanayi parayı,para modern türlü türlü sistemi soktu hayatlarına,ama,duman kapladı hepsinin üstünü..kül serpti tanrı bütün medeniyetlerine..

ben neye takıldım bu göz gözü görmez dumanlı ortam içerisinde biliyor musunuz?şuna:dumandan etkilenen Almanya,İngiltere,İspanya deyip durduk..futbol takımlarının seyahatlerini bile haberlere taşıdık..havaalanlarında yatan insanların dramını(!) tartıştık..bütün bu hengame arasında,dumandan görünmez diye belki,birilerine çok büyük bir haksızlık yaptık:İzlandalılara!!az önce saydığım bütün ülkelerden kat kat fazla zarar görmüşken,millet dumanına lanet okuduğu sıra,başlarına o yanardağın külleri yağarken,havaalanında yatmanın dram sayıldığı günümüz koşullarında,evlerinden çıkamazken...haklarında yapılan haber sayısı,diğer ülkelere oranla binde birdir kalıbımı basarım!!orada yaşamaya çalışan insanlar var hala..nasıl yaşıyorlar acaba..ne zorluklar var hayatlarında?kül kalınlığının 15 santimi geçtiği yerler var şu an o ülkede..nasıl bir şey külle yaşamaya çalışmak..veya nasıl yeniden izlanda olabilecek,acaba küllerinden ne zaman,nasıl doğacak..?

doğa sopasını gösterip,"kendinize gelin layn!" dedi,duymadık..izlandalılar kül altındaydı,oralı olmadık..biz o sıra başka şeyle meşguldük,Almanya'nın yaşadığı eziyeti,Barcelonanın katettiği karayolunu,Lufthansa'nın ettiği zararı hesaplıyorduk..yazık diyorum sadece..çok yazık..


geçmiş olsun hepinize..geçmiş olsun  İzlandalılara..

17 Nisan 2010 Cumartesi

FREE ZONE



facebook'ta bu filmden bir sahne alıntısıyla beraber müthiş bir şarkı!!sabaha karşı yaklaşık 10 kere başa sarıp,izleyip dinledim!son zamanlarda hiç bir görsel beni bu kadar etkilememişti!!şarkı,sözleriyle,müziğiyle,söyleyen kadının sesindeki o inanılmaz büyüyle,öyle etkiledi ki beni anlatamam..

merak edenler ,sözleriyle beraber klibi izlemek için buraya tıklayabilir..şiddetle tavsiye edilir!!

çok güzel hareket!



Şanlıurfa Belediyesi'nin müthiş  turizm hamlesi!Antalya'da,reklam panolarında,otobüs duraklarında Şanlıurfa reklamları..tebrik ederim,düşüneni,uygulayanı,emek vereni...

çok güzel hareket bu!

15 Nisan 2010 Perşembe

sezen'in ardından :))



"ilk yazı"nın ardından mamo'dan müsaade istemiştim yazmamak için.o da "şifre dursun,bazen zehrini dökmek istersin,aklına bi rşey gelir,yazarsın bir şeyler" demişti.sanki bugünü tahmin etti :)

sezen aksuyla ilgili o müthiş hatırayla beni benden aldı.o geceyle ilgili ibo kardeşimin ve sinan kardeşimin izniyle ben de bir anekdot aktarayım diledim:
o gecenin finalinde (ki sabah 07:30'a tekabül eder :) ) ayılabilmek için duşa girmek hasıl olmuştu.işe gidecek olan 3 kişi,ayılabilmek için duş almak istedik.dışarıya o halde çıkmak istemiyoruz.zira esnaf yanında çalışan insanlarız ve o halimiz pek uygun değil.neyse duşa girmek iyi hoşta,o bahsi geçen dükkanda seyyar bir su tankı var.hani,havuz problemlerinde sorulan cinsten.boşaltan musluk son derece hızlı akarken,dolduran musluk ona inat yavaş.ne yapalım da üçümüze su yetsin derken,mamo denen hergelenin aklına müthiş bir şey geldi(!):
-üçünüz birden girin beyler!
fikir son derece saçma,ama şartlar o derecede kısıtlı..öyle mi böyle mi derken girdik üçümüz duşa:))

5 dakka sonra çıktık,o 4 kişinin zor sığdığı asma katta 6 kişi bizi bekliyor.en önlerinde oto kiralamacı Tevfik Abi,arkasında bizim pasaj tayfası:
-napıyorsunuz lan siz içerde ibneler:)))))
dalga geçen mi dersiniz,küfür eden mi,yuhlayan mı,karalayan mı....

biz duşa girer girmez,mamo dükkan açmakla meşgul çocukları ve havaalanı transferi yapmış olan tevfik abiyi yakalayıp doluşturmuş dükkana,"abi Belek'in hayır bereketini bu ibneler kaçırıyo!" diye :))

millet bizle dalga geçerken,bi de üstüne bize karşı gaza getirmelerini hiç unutmuyorum hele:
-utanıyorum abi!yemin ederim utanıyorum ya!!
-ne utancan oğlum senin arkadaşın değil mi bunlar?bana arkadaşını söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim.
-ABİ VUR BENİ YA!!BENİ VUR,AMA 2 ERKEKLE DUŞA GİRERSİN DEME YA!!!BEN İBNE DEĞİLİM ABİ!!!:)))))

eşekle gelen aydınlık!

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.

23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İade Sandığı” yazar.

Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” de

Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.

Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

detaylı bilgi için tıklayınız
kaynak için tıklayınız

sal


bir sal ver bana..ummana sal,bırak dövsün dalgalar..

kararsızım..kararım usumdan firar etmiş.içimdeki hancıyı öldürmüş,gönlümden geçen yolcular.ne gelen olsun istiyorum,ne kalan..ve halen sevilmek istiyorum bir yandan.diyorum ki bazan:sevilmek ilkbaharıdır insanın,sevilmek yazdır,yeşil yapraklar arasında gülümseyen pembedir..sonra bir açıyorum gözümü,bakıyorum hazan...

gözlerinden gözümü kaçırmasaydım belki,gözüne bir nebze olsun düşerdi,gözyaşımın izi!belki o gözlerden sana gelip geçenleri görürdün,o gözleri her baktığında kaçırmasaydım.kirletmek istememiştim nazarlarını belki..ama ah bir kaçırmasaydım!ve görseydin her bakışımda bir annenin evladının yoluna baktığı gibi,bir babanın oğluna şefkat ettiği gibi baktığımı görseydin;senden sadece bir sevgili olmanı istemediğimi anlardın.ne vardı ah sevgili,bir anlasaydın!!herkesin derdine derman gözlerinle delip geçerken herkesin ruhunu,dimağını;bana bakarken o kadar kör olmasaydın!!

rakamsız bir saatin yelkovanına astın ömrümü!her şarkıda hüzünlenmeme yetecek kadar ayrılık bıraktın bana!ben her seferinde birazcık olsun merhamet dilenirken çocuk ruhuma,sen her seferinde yeni bir ayrılıkla girdin günahıma!sen,yalancı bir heves,bir çocukluk aşkı deyip geçerken yazdığım şiirlere,ben imzamı bastım o şiirlerin altına:özgürlüğünden aşkına iltica eden varlığımla!

bir masal anlat bana..senin uydurduğun,benim inandığım..hiç bir şeye kanmadığım kadar kanayım ona.uykusuna dalayım anlattığın masalın..sonra uykumda terketme beni ama..

ya da bir sal ver bana..ummana sal,bırak dövsün dalgalar..

14 Nisan 2010 Çarşamba

bir nisan günü :)



sabah saat 10 falan.telefon zırıl zırıl..uykuluyum ve uykuluyken çok sinirliyim.açtım telefonu:
-HI !!
-Mahmut bey?
-HA !!
-iyi günler efendim.biz sizi gaziantep'ten,bir bisküvi firmasından arıyoruz.hatta kalır mısınız lütfen,reklam müdürümüz görüşecek.
-KİM!?
-reklam müdürümüz........bağlıyorum ?!
-BAĞLA !
telefon beklemeye alındı ve karşıdan bir adam başladı konuşmaya..son derece profesyonel bir şekilde,mamochello isim hakkını almak istediklerini falan anlattı.konuştuk ettik.
-şimdi siz bana uyanabilmem için bi on dakka verin,ben bi çay içim,size dönerim dedim.
kapattım telefonu..10 dakka sonra aradım.önemli bi telefon aldığımı ama öğleden sonra muhakkak arayacağımı söyledim.son derece kibar bi şekilde kabul ettiler.

kahvaltıyı yapıp evden çıktım.berber cafer abi'ye gittim.oturdum;
-abi acele traş et,çok önemli bir işim var!
-ne oldu lan.?
-randevum var abi,mamochello bir marka olma yolunda.
aynadan filiz ve semih'in pis pis sırıttıklarını gördüm.kafayı çevirdiler göz göze gelmemek için.cafer abi son derece profesyonel.gayet ciddi başladı enseyi düzeltmeye.
-komple traş etme abi vaktim yok dedim.öbürleri de gelip arkama sıralandı.
-hayırdır lan ne bu acele?
-adamlar geliyo oğlum,burdan alacaklar beni.
cafer abi traşı kesti,semih'in gözler büyüdü,filiz garip garip bakıyor.
-kim geliyo lan?
-adamlar oğlum.pizzacı'ya adımı vercekler .mamochello italyancavari bir hava barındırıyo ya!o hesap!bi de şu blog mlog derken hafif bi ün de yaptım.
 şaşırdılar tabi..
-ciddi misin la sen!
-ne var len!beğenemedin mi?! diye gider yapıyorum yalandan.
-ne alakası var kuzen!..allaallaaa...
(.............)
filiz gülmemek için patlayana dek nefesini tutma konusunda olası bir rekora adım adım ilerlerken,kapıdan bizim Erkan giriyor.yaklaşık 6 sene önce tanıştığımız,ama şu an Side'de garsonluk yapan canavar bi çocuk.
semih'e bakarak;
-mahmut bey?
-ha yok benim meraba!
-merhaba,nasılsınız?
-teşekkürler siz?
-sağolun!telefonda görüşmüştük.size 1 nisan şakası yapmaya çalışan bi kaç hırt var demiştiniz..!!!!!!!!

diyordu ki,cafer abi elindeki havluyla enseme vurdu..bayaa bi gülüştük.onlara taktığım kapak pis oturmuştu tabi..nası anladın falan diye sorular yöneltenlere,MONK cinayeti nası çözdü gibi esrarengiz bi havayla,tek cümlede özetledim:
-bi daha bana şaka yapacak olursanız arka fonda Güllü çalmasın :))
çünkü herkes bilir ki,Güllü'nün çalınmaya devam ettiği ender mekanlardan biridir Coiffeur de Paris :)))

günün geyiğini yaparken semih'in telefon çaldı.ekrandaki isimi gösterdi:Hakan!telefonu açıp hoparlörü açtı:
-mamo abi aradı mı len!?
-bırak oğlum anlamış herif yaa :)
-bana bak,ben yokum işin içinde tamam mı?maça almaz şerefizim!

:)))))
teşekkürler güzel insanlar.çok eğlendim o gün:)

11 nisan


bu hafta içerisinde önemli bir gün vardı.11 Nisan Şanlıurfa'nın düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümüydü.kutlu olsun herkese.

hadi git!


otelin servisinde otele doğru hareket halindeyiz dün.radyoda candan erçetin bir şarkı söylüyor.ben candan erçetin'in sesinden,müzikten ziyade,şarkının sözleriyle ilgiliyim.bu şarkıyı hem duymadığıma,hem de bildiğime yemin edebilecek durumdayım..düşündüm düşündüm..anaaa dedim..doğru ya:

HADİ GİT

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.

Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.

Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...

CEMAL SAFİ
 
 
daha öncede USTA'la bölümünde paylaşmıştım kendisinin bir şiirini...iki olsun..

baş aşağı bir simge!!



galatasaray taraftarının bu hafta sonu bir tepkisi oldu biliyorsunuz.pankartları ters asmak tribünlerin önemli protestolarından biridir.tribüncülük raconuna göre stada arkası dönük bir şekilde maç izlemekten sonraki adımdır bu.ama galatasaray taraftarı o adımı atlayarak,ne kadar öfkeli olduklarını belirttiler,anlayana.

hepsine eyvallah ama,şu fotoğrafta gördüğünüz manzaraya nasıl içleri elverdi onu sormak lazım!her futbolcuya örnek olarak gösterdikleri,Arda bunun çeyreği olsun,stada adını veririz diyenler,bir simgeyi,bir bayrak adamı,nasıl 90 dakika al aşağı ettiler,onu sormak lazım!

Antalyaspor taraftarı olarak,süper lige çıkma mücadelesi veren takımımız,liderliğin rahatlığı mı desem ne desem bilmiyorum,3 maçta 2 mağlubiyet bir beraberlik alıp işi zora sokmaya başlamıştı.bir maç günü,Antalya Meltem'de bulunan Hasan Subaşı tesislerinde stada doğru yola çıkan takım otobüsünün yolunu kestik...hepsi bu!sadece kestik,eller cepte,başlar önde 5 dakika kadar bir eylem yaptık.bu 5 dakikanın sonunda gurubumuzun önde gelenlerinden bir abi otobüse doğru hareketlendi ağır ağır.bunun üzerine en önde kaptanın yanında ayakta bekleyen o zamanki genel menajerimiz,şoföre kapıyı açmasını işaret etti.kapı açıldı ve abimiz şöyle bir laf etti:
-sizleri sevmesek,küfür de ederdik,taşlardık da..insan sevdiğine bunları yapmaz..bizi birazcık seviyorsanız siz de bize bunu yapmayın!!!
ve o sene kalan maçlarda çok iyi mücadele eden takımımız süper lige çıkmıştı..

protesto muhakkak olmalı,haklarıdır!ama küfrederken neye küfrettiğini,nelere dil uzattığını iyi bilmek lazım..bugün bir simgeyi baş aşağı edenler,yarın kulüp armasını ter çevirir,bayrağını ateşe verirler!!ne bir tane daha Metin Oktay  var,ne bi tane daha, Galatasaray!

sezen...


Belek'te,şu anda Akbank'ın olduğu yerde küçük bir marketin asma katındaydık.gece saat 01 civarı.dört arkadaşız:ben,murathan,sinan,ibo.işin enteresanı bu 4 adam şimdi 4 farklı ülkedeyiz.kalpler bir muhakkak,ona şüphe yok ama,bedenler binlerce kilometre öteye savrulmuş birbirinden.

gece için hazırlık yapılan akşam saatlerini hatırladıkça gülerim hep.
-hafız bu gece içelim mi güzelce!?
-ulan dün gece ne bok yedik sanki!?
-olsun hafız bu gece adam akıllı içelim...
ve plana gerek bıraktırmadan yapılan hazırlıklar neticesinde,o marketin asma katında buluşulurdu.ortamda 2 çekyat,bir küçük televizyon,ama ortamla tezat oluşturan son model bir müzik çalar..o gece bir çok gece olduğu gibi Sezen AKSU dinleniyor.ortam narkotik yüklü!bünyeler alkolle çalışan makineler gibi..yakıt olduğu sürece,çenelerin durduğu yok..

sezen şarkıları ardı ardına patlıyor,of ulan oflarla vokal yapıyoruz kendisine..sohbet aralarında sıklıkla tekerrür eden dialoglar mevcut:
-usta yeter ya,çok içtik valla.
-harbiden yeter kanka,kusucam a........ k.........!...haydaaaa,ulan nerden çıktı bu şarkı şimdi...
-çek çek çek çek...getir kanka getir!şerefeee!!
-hayaaaaat,kadere inaaaat......

sezeni dinliyor,hayata sövüyor,şerefe içiyoruz!şarkının birinin artık iyice damarımıza bastığı bir sırada,herkes çekyatların köşesine dirsekleri yaslamış,hüznün kare asını oluşturmuşken,sinan,hafifçe doğrulup,tarihi bir açıklama yapacak bir edayla,kadehi sehpaya koydu..kafalar ona döndü..anlamlı anlamlı müzik çalara baktı.çalan şarkı "seni kimler aldı"..herkes patlamaya hazır ve sinan konuştu.
-bu acıyı ben çektim bilader.şu olayı ben yaşadım ya!!bu kadın nerden biliyo!!!!??

ve o günden beri ne zaman sezen'den bahsedecek olsam ,"acılarımı benden iyi bilen kadın" diye bahsettim ondan!biz yaşamıştık o acıları,ama şarkısını söylemek ona düşmüştü!!


kendisinin anlattığına göre,Erol Evgin bir gün sormuştur ona:
-yahu sezen,nasıl yazıyorsun o şarkıları allah aşkına!
sezen gülerek:
-aman erool!hayatın boyunca bir kadını sevdin,o kadınla evlendin,ve hep o kadınla mutlu oldun!sen o şarkıları yazamazsın!!


yaralarımızı bizden iyi bilen kadın,Sezen Aksu'ya bizim adımıza yazıp okuduğu bütün şarkılar için teşekkürler..bu hatırayı benle paylaşan ve bu satırlarda paylaşmak için izin veren arkadaşlarıma ve dostlarıma da,hayatıma girdikleri için sonsuz teşekkür ve sevgilerimle beraber..

12 Nisan 2010 Pazartesi

benim polisim!


Dün akşam televizyonda gördüm,
Ogün Samast’ı sorgularken,
İşte dedim benim polisim,
Katile çay servisi yaparken.

Bir de derler : Polis medeni değil,
İşkence yapar; eder adamı sefil.
Hepsi yalandır oysa bunların
Benim polisim anlar hasını adamın

Tekel işçisine biber gazı sıkar ama
İstemeden yapar emir kuludur o esnada
Esas yüzünü belli edemez ki sokakta
Bak, Ogün’e karşı nasıl güleryüzlü sorguda.

Tipini beğenmezse der sana : Ver bakalım kimliğini
Göstersen de bırakmaz illa gösterecek merkezi
E suç sende ne bu saç bu sakal
Polisimden kaçar sandın değil mi çakaaal

Ogün gider vurur sırtından Ermeni Hrant’ı
Emniyet müdürüm der ki : Ağır basmış milliyetçi duyguları
Özgürlük diye eylem yapanlar yer oysa copları.
Bunlara çok takılma Ogünüm sen iç çayını
Nasıl olsa toplar benim polisim boşları.

şiiri ve görseli herbokubilenadam.blogspot'tan aldım.edebi olarak pek bi kural ve kaide bütünülüğü olmasa da,içerdiği anlam ve mesaj olarak fazlasıyla yerinde..teşekkürler.

9 Nisan 2010 Cuma

sen al o kalemi......


Nassı diyoğ siız Turklear... Dost acı söyler!



Papazın kızı...
Erotik film ismi gibi.
*
Dünyanın en güçlü kadını o.
*
“Melek” demek Angela.
Zekâsı, şeytani.
*
Tam adı:
Angela Dorathea Merkel..
Dorathea'yı kullanmıyor.
Bizim Başbakan'la yaşıt.
1954 doğumlu.
*
“İmam” tarafından yönetilen Türkiye “papazı buldu” desek, yanlış olmaz. Babası, Protestan papazı... Annesi, İngilizce öğretmeni. Hamburg'da otururlarken Angela doğuyor. Henüz 4 aylıkken, Berlin'e 50 kilometre uzaklıktaki Templin kasabasına taşınıyorlar. O tarihte “duvar” yok. Sene 1961, şak, “duvar” örülüyor. 7 yaşındaki Angela ve ailesi, Doğu'da mahsur kalıyor. Matematik, fen ve lisan derslerindeki müthiş başarısı üzerine, Leipzig Üniversitesi'ne kabul ediliyor. Fizik diploması alıyor. O zamanlar Sovyet gümbür gümbür, herkes takip ediliyor, papazın kızı mecburen “kızıl”laşıyor, komünist gençler derneğine yazılıyor. Doğu Berlin Üniversitesi'ne geçiyor, kuantum fiziğinde doktor oluyor.

20 yaşında siyasete bulaşıyor, 26 yaşındayken, Doğu Almanya'da Demaiziere Hükümeti'nin sözcüsü oluyor. Duvar yıkılır yıkılmaz da, tası tarağı topluyor, Berlin'in öbür yakasına atlıyor, Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi'ne üye oluyor, “kara dev” lakaplı Kohl'den “ağabeylik” görüyor, sonrası malum... Erkek egemen partide erkeklerin en üstüne çıkıyor, Almanya'nın ilk kadın başbakanı oluyor.
*
Şimdi gelelim..
“Kadın” Angela'ya.
*
23 yaşında, Doğu Berlin Üniversitesi'ndeyken, “hoca-asistan aşkı”yla, fizik profesörü Ulrich Merkel ile evleniyor. Çocukları olmuyor. Duvar yıkılmadan, yuva yıkılıyor, 28 yaşındayken boşanıyor. “Doğu olmadı, bi de Batı'yı deneyelim” diyor, Batı'ya geçtikten sonra, 44 yaşındayken, gene profesör ama bu sefer kimya profesörü Joachim Sauer ile evleniyor. İlk evlilik “fizik”sel sorunlara takılıyor, ikinci evlilikte vücut “kimya”ları tutuyor, hâlâ evliler... Ancak “biyoloji” gene denk gelmiyor, çocukları yok.
*
Taaa 28 sene evvel boşanmasına rağmen, ilk eşinin soyadını kullanıyor. Laf aramızda “Eski eşini unutamadı” filan gibi dedikodular var. Günahı boynuna... “Merkel soyadıyla tanındığım için değiştirmedim” diyor. Bir diğer sebep de şu... Yeni eşinin soyadı, Sauer.. “Ekşi” anlamına geliyor. Oktay Ekşi şeker gibi adam, kırılmasın ama, kadın zaten asık suratlı, bir de soyadı “ekşi” olursa?
*
Eşi, janjanlı adam, papyon falan takıyor. Angela ise, battal... Üniforma gibi, hep aynı kıyafetleri giyiyor, altında pantolon, üstünde ceketimsi bi şey, sadece renkleri değişiyor. Langır lungur yürüyor. Mizahçılar en çok bu tarafına vuruyor, “köylü” muamelesi görüyor. Vur dediler, öldürdü, geçen sene göğsü açık şifon bir gece kıyafetiyle baloya katıldı, memeler kadraja sığmadı.
*
İtalya'da herkesin içinde havluya sarınarak mayosunu değiştirmeye kalktı, İngiliz The Sun Gazetesi'ne yakalandı, poposunun fotoğrafını yayınladılar. Memeler zarif kaldı.
*
Umurunda bile değil... Diyet yapmıyor. Spor yapmıyor. Kompleksi yok. “Kadını sadece dış güzelliği çekici kılmaz... Çekici olmasaydım, evde kalırdım. Halbuki ben iki kez evlendim” diyor.
*
Magazin basını, en çok saçına takıyor... Ya kendisi kesiyor ya da sıradan kuaförlerle idare ediyordu. Berlin'de şorolo bi kuaför var, pek ünlü, adı şimdi aklıma gelmedi, başbakan olunca zorla oraya götürmeye başladılar, kuaför yumuşak, saç aynı saç.
*
İngilizce, Rusça biliyor. Makine gibi, sabah 6'dan gece 24'e kadar çalışıyor. Sessiz, sakin bir insan... Ama konuşmaya başladığında, büyülüyor, “Yere bakan yürek yakan” cinsinden.
*
Dans etmeyi sevmiyor. Klasik müzik seviyor. Her sonbaharda Bayreuther festivalini asla kaçırmıyor. Lüks sevmiyor. Şaibenin ş'si yok... Özel hayatında modası geçmiş bir Opel'e biniyor. Şehir sevmiyor. Berlin'in dış semtinde mütevazı bir evde oturuyor. Bahçesinde çiçeklerini çapalarken dinlendiğini söylüyor. Bizimkiler gibi bahçıvan çalıştırmıyor. Hobisi, eşine yemek yapmak... Alman klasiği “patates çorbası”yla parmakları yedirtir deniyor.
*
Hayali yok mu? Var... Onun hayalini, bizim Mehmet Yılmaz gerçekleştirdi, Trans-Sibirya demiryoluyla Moskova'dan Vladivostok'a uzanan tren seyahati yapmak istiyor, “Çocukluğumdan beri düşlerim, bir gün mutlaka” diyor.
*
Gelelim zurnanın zırt dediği yere...
*
Birincisi.
“Biz sana en güzel yerinden
120 dönüm fidanlık veriyoruz,
sen niye okul açtırmıyorsun” diyemezsin... Vermiyorsa, sen de verme, açmıyorsa, sen de açma, mecbur musun? Üstelik, Almanya'da “Kimin fidanlığını kime veriyorsun kardeşim” diye sorarlar, 120 sene yargılanırsın.
*
İkincisi.
“Türkleri sevmiyor” deniyor, yalan... “Sizi Avrupa Birliği'ne almayacağız, bugün de almayacağız, yarın da almayacağız, siyasetçilerinizin sizi kandırmasına izin vermeyin” diyor... Dost acı söyler. Dostumuz o bizim... Uyanmamız için “doğru”ları söylüyor.
*
Uyanamayanlar için işini gücünü bıraktı, kalkıp buralara kadar geldi, bi de burda, suratımıza söyleyecek...
“Sizi kandırıyorlar, kandırmalarına izin vermeyin” diyecek.


yukarıdaki yazıyı,noktasına virgülüne dokunmadan,kopyalayıp yapıştırdım.yazılarını sık sık okuduğum,bazen çok keyif aldığım bir adam.AKP konusundaki yazıları nedeniyle,AKP karşıtı kesim tarafından halk kahramanı olma noktasında."Ananı da al git!" üslubu nedeniyle,başbakanı günlerce eleştirenlerin arasında bu adam da var.yukarıdaki yazı,Almanya Cumhuriyetinin Şansölyesi Angela Merkel'le ilgili.ne de güzel anlatmış,memesini,götünü!nerde üslup,nerde konuşma tarzı,nerde karşısındakine saygı!!!

ve hayran kitlesi,bunun üslup nedeniyle eleştirilerine hak verip,bu adamı alkışlarken;bu üslupsuz yazısına da övgüler yağdırıp,sitelerde paylaştılar!alkışladılar utanmadan!dertleri kullanılan üslup değil demek ki:üslubu kullanan kişi!işine gelen adam söyleyince bravolar havada uçuşuyor,işine gelmeyen adam kullandığında "Allah seni kahretsin" deniyor!!ne güzel...

ne ayaksınız lan ülkemin güzel insanları!?neyin peşindesiniz la?her kalemi,klavyesi olan,herkes hakkında yazabiliyor istediğini öyle mi?tamam o zaman;klavyem var babalar gibi,yazıyorum:......

yazmıyorum lan!adamlık ben de kalsın!

beni bu yazıya uyandıran kaynak:HBBA

4 Nisan 2010 Pazar

süper mario



çocukluğumuzdan renkler..yakan toplar,mahalle maçları,atari oyunları...ve hepsinin içerisinde apayrı bir yere sahip bir hayal kahramanı;Süper Mario.

çaresizlik ve imkansızlık neler yaptırıyormuş insana yav.ileri ve geri gitmekten başka hiç bir numarası olmayan bir adamın başrol oynadığı saçma-salak bir oyunun karşısında büyümüş bir nesilden,doktorlar ve mühendisler çıkması ne büyük bir mucize!elinde gül gibi mesleği,altın bileziği varken,ömrünü,hayatta gördüğüm en çirkin prensesi kurtarmaya adamış bir zırtapozun elinde heder olan bir çocukluk.

okulun tatil olduğu günlerden birinde,belki sağlam bi maç yaparız diye,eski mahalleme ziyarete gitmiştim.teyzemlerin evinin avlusundan girmemle bizim kuzenin küfrünün kulaklarımda çınlaması bir oldu:
-mmına koduumun maryosu,bi mantara basamadı orrspucocuu!!
ulan bu ne şiddet bu celal,kim bu maryo,mantar ne,zehirledi mi birini diye kafamdan bir kaç soru geçirirken.teyzem bastı kalayı.
-sabah sabah ne sövüyon lan!evin hayrını bereketini kaçırıyon.!!

usta ne olduğunu anlayamadım bi süre.teyzeoğlu,sanki mario asker arkadaşıymış da,ölüm haberi gelmiş gibi ağzını bıçak açmıyo.teyzem de surat bi karış,ona sinirinden dolayı.bari ben çıkıp dahil olabileceğim bi maç bakiim derken,teyzeoğlu kaş göz yaptı bekle diye..bekledim..geç kurulmuş kahvaltı sofrası alel acele toplandı.teyzeoğlu yavaşca sıvıştı içeri.ben de arkasından..geçtik televizyonun başına..mario denen pezevenk meğer bir atari oyunun kahramanıymış da,teyzeoğlu bu sanal adama,reel anlamlar yüklemekten muzdaripmiş.
"-bu sefer geçcem bu bölümü mamo!" dedi.
"-ne lan bu!atla deve mi,geç!" dedim.
"-öyle diil lan,bayaa zor!" dedi.başladı oynamaya.
ekranda cücenin biri,mantarlara ve ne olduğunu çözemediğim yaratıklara basıyor,bir büyüyor,bazı yerde ağzından mı göbeğinden mi çözemediğim bi yerden ateş fırlatıyo,sonra yine küçülüyo.sardı beni de..bi teyzeoğlu oynuyo,bi ben.velhasıl sabah 10 gibi karşısına oturduğumuz oyunun başından akşam 6 gibi kalktık.sonuç?zar zor geçilmiş 3 bölüm,kulakta iğrenç bir müzik,kırık bir joystick!

ömrümüzü yedin..o üzerine bastığın mantara muhtaç insan var bu alemde deyyus!ne basıyon lan nimete!!bizim buralarda et bulamıyosan mantar ye diye bi atasözü var,etin kilosu olmuş anasının nikahı,kıçı kırık bir prenses kurtarcam diye onları ezip geçen bir muslukçu!oyunmuş,hayalmiş,DOSmuş anlamam ben aga;etkileniyo çocuklar.Birecik YİBO'nun lojmanında otururken mantarlara basıp büyümeyince hayalkırıklığı yaşayan Mamo'nun günahı ne len!ağzına DOSsiriim mario senin ben!

bi de misyon yüklenmiş bir edayla,kararlılıkla olayların üzerine yürüyen bir adam imajı vermiş kendine.seçilmiş kişi sanki.sen o bıyık o göbekle Kepez-Doğu Garajı hattında dolmuş şoförlüğü yaparsın ancak.yolda belde ne tuğla bıraktın ne çit..senin benim vergilerimle yapılıyo onlar hayvanat!geçen belediye encümeninden birini gördüm,bunun yıktığı duvarları yaptırmaktan,başak yörelere hizmet götüremez olduklarını anlattı.tüyü bitmemiş yetimin hakkı var,o kırdığın her tuğlada kefere!!

bizde de suç var.herif iki böcük ezdi,iki tuğla kırdı diye tesisatçı herife süper dedik,burnu kalktı herifin,havasından geçilmiyo.benim,işini hakkıyla yapan,hoplayıp zıplamayan sütçümün,bakkalımın,tornacımın günahı ne.onlar da mı zıplasın,orayı burayı yıksın.o zaman kim getirir sütü,kim açar tükanı,nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!rivayete göre bunun biladeri Luigi,bu hırt boş işler peşinde koşmaya başlayınca çekmiş bunu:
"-bilader iş birikti,yetişemiyom..gel bi işin ucundan tut..prenses ayağı .öt ayağı..gel ekmeğimize bakalım" diye uyarmıştır.ama bu Luigi'nin de kanına girmiş,edinidiği çevreyi kullanarak bunu da yanına aldırmış,bi kaç maceraya bunu da sokmuştur.günahları boyunlarına,belediyeden bir kaç ihale koparmışlar,mario'nun ele geçirdiği kalelerin restorasyonunu Luigi'ye verdirmiştir.işte Luigi'nin serinin ortasında ki 2 bölümde oynayıp,daha sonra olmayışının sebebi de budur!yaaa!

şimdi,adam olsa;o ezdiği böcükleri falan ezip geçmek yerine,selamün alyküm deyip konuya bi girse; "bilader bu kız benim davam,seviyom,ciddiyim!kızın ailesi olaydan haberdar.ben de felan mahallenin çocuğuyum,esnafım.girmeyin aramıza,ayırmayın sevenleri" dese..hani bu delikanlılığı bi yapsa..yav değil böcük,o oyunun sonundaki canavar bile insafa gelir yav.ben o canavarın sahibiyle bizzat konuştum.yörenin zenginlerinden herif zatten.eski tüccar."mamo oğlum" dedi,"bu şerefsiz efendi gibi gelip benle gonuşuvereydi,bizim hayvana da éle ataş mataş fırlatmayıvereydi,o gızı almasına da yardım iderdim,beyaz eşyasını da gendim alırdım!ama geliyo gidiyo,hayvanla dalaşıyo..e o da can yavrum.bi de ben bu cınavırı yavru ıkan almış böyütmüşüm..canının yanmasına nası göz yumam..ben de dedim bizim cınavıra,geldi mi o götten bacak karşına?geldi.bakma gözünün yaşına,ver ataşı!!yandım anam mı dedi,bi daa ver!!nedem yavrım..adam olaydı,avcuma ossıraydı!"...la şerefsiz,bulmuşun böyle iyi niyetli insanları,ne hainlik ediyon..adam olsana biraz!

şimdi herşeyi geçtim de,bütün bunları niye yapıyon!?prensesi kurtarmak için?!eyvallah,prensestir,önemlidir..yav iyi de kardeşim o nasıl çirkin bir prensestir,o nasıl suratsız bi şeydir..oyunu bitirenlerin bunu görünce,"çekil şurdan hizmetçi kız,götümden ter akmış zati..git prensesi çağır haydi!"diye kıza gider yapıp,bunun prenses olduğunu anladıklarında kendilerini vurdukları artık efsaneden öte,somut deliller barındıran bir gerçektir.bazılarının yazdıkları intihar mektubunda:"sen onca çalış çabala,uç,yan,eğil,bükül..çıka çıka karşına bu çıksın..bileydim keraneye giderdim" gibi
 pişmanlıklarını açığa vuran cümleler kullandığı görülmüştür.

velhasıl arkadaşlar.bu yazımızda bir başka hayal kahramanı fantazisini yakından inceledik.gönül isterdi ki bu mario olacak herif,dükkanına adam gibi bakaydı,hakkıyla,alın teriyle çalışaydı,bağkurunu bilmem neyini yatırıp emekli olaydı da biz de olayı güzel yönlerinden ele alaydık..olmadı..umarım bi daha ki macerada daha pempe bir tablo çizebiliriz.saygılarımla.


Hayal kahramanları serisinin tamamı için tıklayınız.

2 Nisan 2010 Cuma

obaa :)


''Eşimle evliliğimizin ilk yıllarında sürekli bana küçük notlar yazardı. Bu notları da maç çantama, cebime koyar öyle giderdim maçlara. Yine bir süper lig maçında bir pozisyonda oyuncuya yaptığı hareketten dolayı sarı kart göstermek için elimi cebime attım. Sarı kartla birlikte bir not cebimden fırlayarak döne döne yere düştü. Futbolcu ve benim bakışlarım arasında kağıdın yazılı yüzü yerde okunacak şekilde yukarıda kaldı. Kağıtta -Seni çok seviyorum- yazıyordu. futbolcu bana döndü ve: -Hocam ben de seni çok seviyorum dedi".


kaynak:http://www.iyiortagololur.blogspot.com/

1 Nisan 2010 Perşembe

nisan


ilkbahar koktu burnuma buram buram..gözümün önünden allı morlu çiçekler gelip geçiyor.gülen yüzler görüyorum,istem dışı mutluluklar hakim her yere,melankoli sistem dışı..

mart başında söz vermiştim,nisan gelince haber veririm diye,sözümü tutuyorum:
tufaya gelmeyin millet;bugün 1 nisan 2010 ;)