30 Mart 2010 Salı

usta.


bu kez usta bir keman virtüözünden bahsetmek istiyorum sizlere değerli blog okurları..Farid Farjad isimli,İranlı bir üstad.

kemanı ağlatıyor derler ya..onu yapıyor işte..dinlemeniz şiddetle tavsiye edilir..

Nuri Bilge Ceylan tarafından çekilmiş müthiş fotoğraflardan oluşturan kliple birlikte,müthiş keman dinletisi için tıklayınız

kadın..


çocukluktan kalan bir yazı buldum..az evvel..iyi güldüm ama:))
yazının tarihi 15.02.2000.tam 10 sene evvel:)sonunu değiştirip vermek zorunda kaldım..genel olarak çok saçma buldum yazıyı şimdi ama,sonu hakkaten felaketmiş!!!paylaşmak istedim:)

bir bardaktan boşanırcasına yağdı gözyaşları,çocuğun kucağına..rüzgar gibi geçip giden bir film şeridiydi en klasik tabiriyle bütün yaşanan..gençliğinin orta yerinde kurulmuş bir dar ağacıydı cesaret,kendi ipini çekecekti çocuk..iyi bir hayatı en çok kendine yakıştırırken,kendisine yapılan en büyük haksızlığın baş aktörü olacak,kendi kendinin celladı olacaktı hesapta yokken..

kendi iç hesaplaşmasının orta yerinde kalakalmıştı şimdi..kabahatini yükleyecek bir şeyler aradı gözler,mahçubiyetle yere devrildi..sonunda kendine döndü,fısıldadı usul usul,"önüm,arkam,sağım,solum yalnızlık!!".. herkesi kandırmak kolaydı,kendini zor..kaçamamıştı o da;kurallarıyla,sınırlarıyla onun olan;kendi oyununda,kendini ebelemişti!!!

omuzunda bir el buldu irkildi..çevirmeden kafasını tanıdı elin sahibini..göz dediğin hepi topu bir suyun kaynağıydı neticede..sular fışkırdı kaynağından,rahmet getirdi ruhuna...buğulu bir dünyayı izlerken sordu,omuza elini koyana:

"terkeden bir kadından geriye ne kalır bilir misin usta?!"

....."bilirim" dedi usta.."yanında götürdüğü bedeninden,geriye kalan ne varsa!!"

hangimiz daha çocuk..


Almanya gezimizden bir anekdot.

İsmail'le beraber Köln - Gladbach maçından çıktık.Königswinter trenine kendimizi zor attık yorgunluktan.biner binmez uyuma planları yapıyoruz.40 dakika sürecek bir yolculuk topu topu ama,bir gün öncesinin yorgunluğu ve uykusuzluğu da iyice tesir etmiş bünyeye;geberiyoruz..

tren hareket ettikten sonraki ilk durakta,bir gurup çocuk bindi trene.yaş ortalaması 13-14..sağımıza solumuza,önümüze arkamıza oturdular.biz gözler yarı açık yarı kapalı seyir halindeyiz o sıra.konuşmalarından,onlarında buz hokeyi maçını izlediklerini anlıyoruz.maçın kritiğini yapıyorlar beraber...içlerinden birisi hadi oyun oynayalım diyor.2-3 kişi bizden bahsederek,uyumaya çalışanlar olduğunu söylüyor.gözümü açıp çocuğa bakıyorum o sıra,çocuk da,oyun oynamalarında sakınca olup olmadığını soruyor.hiç bir sakınca olmadığını söylüyorum.neşeleniyorlar..

sonra,oyunları başlıyor.birisi,guruptaki herkesin tanıdığı,bir çoğu orada hazır bulunan kişilerin isimlerini sayıyor.geri kalanlar,her isime bir tekerlemeyle cevap veriyor.tekerleme başa döndüğünde,hepsi birden bir şarkıya başlıyorlar.sonra isimlerin sıralamasını karıştırarak tekrar bağırıyor çocuk.diğerleri karıştırmadan cevap vermek zorundalar ki,oyun sürüdürülebilsin..böyle anlatınca pek bi boka benzemese de,oldukça eğlenceli bir oyun..ve ne yazık ki benim kameramın da,telefonumun da şarjı nanay..çekemiyorum tek bir saniye bile..oyuna bir süre ara verip,tuttukları buz hokeyi takımının tezahüratlarını yapıyorlar beraber.sonra tekrar aynı oyunu oynamayı teklif ediyor çocuklardan biri.diğeri bize dönüp soruyor eşlik eder miyiz diye.bu oyunu bilmediğimizi ama,ezbeleyebildiğimiz kadarına eşlik edeceğimizi söylüyoruz.alkış kopuyor..tekrar başlıyor oyun..biz de bir kaç yerde eşlik etmeye çalışıyoruz onlara.gurubun hemen 2 metre ilerisinde 3 kişi oturuyor.2si kadın biri erkek.orta yaşın üzerindeler..onlar da bizle beraber eşlik ettiler çocuklara,alkışlarıyla..
bizim durağımıza geldiğimizde vedalaştık..eşlik ettiğimiz için onlar bize,böyle eğlenebildiğimiz için biz onlara teşekkür ettik..

indik ismail'le..ağzımızı bıçak açmıyor..ikimiz de dolmuşuz belli ki bi şeylere..ben başlattım anlatmaya..
"bir gün" dememle beraber,İsmail'in yüzünde acı bir gülümseme belirdi.."bir gün ..urfadayız..öğleden sonraki 2 dersten kaçıp,Urfaspor-Adıyamanspor Türkiye Kupası maçını izlemeye gitmişiz..o zaman 2 takım arasında ciddi rekabet var ve 2-0 takmışız..içimizdeki coşkunun etkisiyle bir bir şarkıyı söylemeye başlamışız..hem de öyle bağıra çağıra değil ha,kendi aramızda..birden bütün kafalar biz doğru döndü..millet söylenmeye başladı kendi kendine.biz sustuk tabi..şoför dikiz aynasından bizi keserek,bu ne terbiyesizlik lan,indirrim şimdi sizi aşağı diye bir tehdit savurdu,otobüsün orta yerine doğru..alındık üstümüze,utancın kırmızısı oturdu yüzümüze..otobüsteki yolcularda cesaret aldılar bundan,işin sosyal bozulmalara vardığına,aile terbiyesinin eksikliğine kadar getirdiler..durağımızda indik..insanların yeri genişledi,otobüsün sosyal yapısında ciddi bir olumlu ivme gözlendi,toplumsal yaralanmalar aza indi ve biz;o gün o otobüsten çıkan çocuklar,bir daha eğlenmek için,hep insanlardan uzak yerleri seçtik.."

giden trenin arkasından baktım...yemin ediyorum,durup öyle uzun uzun,bir öküz edasıyla o trenin arkasından baktım..çocukluğumu hatırladım..susturulduğumuzu,tehdit edildiğimizi,aşağılandığımızı..sonra o trenin arkasından,içimden el salladım o çocuklara,uğurladım onları.yerinizde olmak için dedim içimden..çocuklar yerinizde olmak için,o trene binip,o şarkıyı söylemiş,o oyunu oynamış çocuklardan biri olabilmek için,ömrümün geri kalanını verirdim size..26 yıldır,sizin o yaşadığınız 40 dakika gibi bir kırk dakikayı yaşamamış olan bu adam,o kırk dakika için 26 yılını verirdi size..ve emin olun siz yaşadığını o kırk dakikanın nasıl bir anlam taşıdığını bilseydiniz,benim 26 yılımın yüzüne  bakmazdınız bile...o da ayrı mesele...

susturdunuz bizi,kına yakın şimdi bir yerlerinize..siz o şarkıyı tamamlatmadınız ya bize,içimizde koydunuz ya,coşkulu bir kaç çocuğun pır pır eden kalplerinin üstüne beton döktünüz ya;ben de,dünyanın herhangi bir yerinde,herhangi bir gurup tarafından,herhangi bir dilde,bağıra çağıra söylenmiş,bütün şarkıları,armağan ediyorum hepinize...

dahası...

ve döndük..bi kaç güzel anı daha yazarak seyir defterimize,yolun kalanı için bismillah ettik..derdimiz insan tanımaktır,vardığımız her yerde..bir yerden ayrılırken bir kaç yeni güzel hatıra bulmak isteriz heybemizde.onu da bulduk şükür..

ben ve yüreğim,bıraktığımız yerden devam ediyoruz hayatımıza."arkası yarın" bir dizidir hayat,ve her bölümde yeni umutlarla,yeni beklentilerle çıkarız ekrana!

rotamız yine eğlenmek,mutlu olabilmek ve insan biriktirmek olacak,bundan sonra da...

vira bismillah!

26 Mart 2010 Cuma

bak bi de bu vardı

böyle bi başlık yapmayı planlıyorum diye konuşurken bir kaç arkadaşla,bombayı patlattılar msn'den.pas ibo'dan geldi,"Türüt'ü yaz kurban olim" diye..doğruya be,bi ara karadenizli türkücü furyası ,onların başında da İsmail Türüt vardı.tam karikatürlük tiptir aslında,kısa boy,kilolu anatomi,sürekli terleyen bir surat..duruşu bile karadeniz fıkrası gibiydi yemin ederim.Yüce Rabbimizin müthiş ustalıkla işlenmiş bir şakasıydı kendisi.ülkemizin bozuk morallerini yerine getirmek için yapılmış,müthiş bir şaka..

benim asıl güldüğüm nokta,Urfa'da yaşadığım döneme denk gelen o günlerde Kapaklı Pasajının önünde kurulan korsan kaset tezgahından bunun kasetini almış olmamdır.hayatta aldığım için utanç veya pişmanlık duymadığım tek KORSAN üründür :)

karikatürlük bi tip demiştim ya yazının başında,boşuna değildi o laf,aşağıda kendisinin konu edildiği bir karikatür de mevcut..pek ekranlarda görünmüyor uzun zamandır,tehlike geçti diyebiliriz,geçmiş olsun hepinize.

24 Mart 2010 Çarşamba

bak bi de bu vardı..

arkadaşlar yeni bir yazı dizisi başlatıyorum kendimce..zaman zaman,bazen sık sık,bazen ara ara yazıcam bir şeyler nasipse bu konuda.mevzu şu:benim çocukluğumdan veya hepimizin geçmişinden bazı anekdotlar,kişiler,olaylar..ama yine söylemekte fayda var,tamamen kendim üzerinden yola çıktığım bir konudur.."ne var ki lan bunda,ne yazdın bunu" gibi yorumlarla karşıma gelmeyin,çarparım..dedim ya;referans benim abicim,beğenmeyen kendine blog yazsın:))

arada belki bir iki pas atarsınız,biz de yazarız onları bak bi de bu vardı diyerek..öpüyorum hepinizi..

15 Mart 2010 Pazartesi

seninkisi bir aşk hikayesi!


Konstantin Simonov diye bir usta..ömrünü bir aşkla doldurmak deyiminin altını dolduran adam..onun hikayesini kopyalayıp yapıştırıcam bir yerlerden..okuyun ne olur..mümkünse işi,gücü bırakıp,ışıkları söndürüp okuyun..

Dünyanın belki de en bilinen savaş şiiri olan "Bekle Beni" nin yazarı Konstantin Simonov,bu şiiri aşık olduğu Valentine Serova için cephede,ateş altındayken yazdı.
Dünyanın belki de en tanınmış,en bilinen savaş şiiri olan Bekle Beni’nin yazarı Konstantin Mikhailovich Simonov,Kasım 1915’te Saint Petersburg’da doğdu.
Babası askeri akademide bir öğretmendi.Annesi ise kökü Çar ailesi prenslerine kadar varan ünlü bir ailedendi.Simonov makine teknikerliği alanında eğitim gördü.Ailesinin 1930’larda Moskova’ya yerleşmesinden sonra Simonov da bir fabrikada mühendis olarak çalışma hayatına başladı.
Aynı dönemde ilk şiirlerini de yazmaya koyuldu.Gorki Edebiyat Enstitüsü’nü bitirdi ama mühendis mi yoksa edebiyatçı mı olacağına henüz karar verememişti.Moskova’ya çok uzak olan Belomorsk’da Baltık kanalının inşaatında ve zor şartlar altında uzunca bir süre çalıştıktan sonra kesin kararını verdi ve edebiyatı seçti.
Kızıl Yıldız ve Savaş Bayrağı gazetelerinde muhabirlik yaparken,şiirin yanı sıra iyi bir oyun yazarı olduğunu da gösteren Bir Aşkın Öyküsü,Kasabamızın Yoldaşları eserleri yayımlandı ve sahnelendi.Derken savaş patladı,Alman orduları Avrupa’nın büyük bölümünü işgal ettikten sonra Sovyetler Birliği’ne girdi.Moskova ile Stalingrad kuşatma altına alındı.
Simonov,gazetesi tarafından savaş muhabiri olarak Stalingrad cephesine gönderildi.Cepheye ayak bastığı günlerde partiye de kaydoldu.Simonov böylece İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinin yaşandığı Stalingrad cephesinde sadece bir gazeteci değil,aynı zamanda hem de yarbay rütbeli bir asker oldu.Aynı zamanda parti komiseriydi.
“Çıldırmak üzere olduğumu ve bunu önleyebilmenin tek yolunun Valentina ile konuşmak olduğunu anladım”
Derken bir gece,diğerleri gibi cehennemi andıran bir gece,yani beline kadar çamura battığı ,sağına soluna top ve şarapnel parçalarının düştüğü,başının üzerinden vızır vızır mermilerin uçuştuğu bir gece,her zamanki gibi sevdiği kadını,güzeller güzeli Valentina Serova’yı düşünürken,bu kadına duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir hale geldiğini hissetti.
Bütün eti,bütün kemikleri,bütün sinirleri,elleri,gözleri,beyni o anda hemen oracıkta Serova’yı istiyordu.Simonov çok sonraları o geceyi anlatırken,”çıldırmak üzere olduğumu anladım ve bunu önleyebilmenin tek yolu Valentina ile konuşmak,ona aşkımı ve hasretimi anlatmak ve mutlaka geri döneceğimi söylemekti” diye konuştu.Ünlü Bekle Beni şiiri işte o gece yazılmaya başlandı.
Simonov o sıralarda henüz yirmi beş yaşındaydı ve önünde Valentina ile birlikte yaşanacak uzun yıllar olduğuna yürekten inanıyordu.İzne çıkan bir askere şiirini verdi ve yolu düşerse şiiri gazeteye bırakmasını söyledi.
Sonra da savaşın acımasızlığı her yanını kuşattı ve Simonov şiirinden herhangi bir haber alamadı.Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış,şiir gazetenin savaşın henüz sıçramadığı şehirlerden birindeki baskısında yayımlanmıştı.
Sonra bir gün askerlerden biri şiiri görmüş,onu kesmiş ve Stalingrad yakınlarındaki bir kasabada yaşayan nişanlısına göndermişti.Şiirden çok duygulanan genç kız da bunu arkadaşlarına gönderince,ortaya o ünlü "Bekle Beni" fırtınası çıkmıştı.
Bütün bir savaş boyunca cephenin göbeğinde savaşanlardan,Rusya’nın çok uzak ve griler içindeki Kuzey limanlarında görev yapan bahriyelilerine kadar bütün bir Sovyet ordusunda bu şiir hem subaylar hem de erler tarafından ezberlendi.
Yüzlerce değişik biçimde ama hep hüzünlü bir tonda bestelendi.O dönemde cephede vurulup ölen yada yaralanan tüm Sovyet askerlerinin tam kalplerinin üzerine denk gelen göğüs ceplerinde,ya gazeteden kesilip çoğaltılmış yada kargacık burgacık harflerle yazıya dökülmüş "Bekle Beni " şiiri çıktı.
Bu şiiri,Ortodoks kutsal metinlerinden sonra Rus halkı tarafından en çok okunan ikinci yazı olduğu söylendi.

Simonov,yaşadığı süre boyunca sevmekten bir an bile vazgeçmediği Valentina Serova’yı ilk kez Moskova yakınlarındaki bir tren istasyonunda gördü.O zamanlar yirmi bir yaşında ve Sovyet sinemasının oldukça ünlenmiş bir sanatçısı olan Serova,sarı saçlı,ince ve uzun boylu güzel bir kadındı.
O yaz günü Moskova yakınlarındaki Kolomenskoye istasyonunda tesadüfen Valentina’yı gören Simonov,hemen o anda vurulduğunu hep anlattı.Simonov’un anlattığına göre,”Bolahnin ve Gorodets işlemeleriyle süslü gök mavisi bir elbise giymiş olan Valentina,uçuşan sarı saçları,yaramazca havalanan eteği ve boynundaki beyaz inci gerdanlığıyla” çok güzel bir kadındı ve ona aşık olmamak imkansızdı.
1943’te evlendiler.Simonov,Valentina’ya “senin yüzün benim kaderim” diyordu ve bu kaderi severek yaşıyordu.Sonra savaş yılları geldi.Simonov cephelerde kanlı savaşların içinde Valentina’ya yazmayı hiç aksatmadı.
Bekle Beni’den sonra Seninle ve Sensiz,Kızma Yazarsam adlı uzun şiirlerini hep bu dönemde ve tabii Valentina Serova için yazdı.Bunları gönderip gönderememek,Valentina’nın bunları okuyup okumaması değildi önemli olan.
Önemli olan onun Valentina’ya olan aşkını her gün,her dakika,her sabah,her akşam fısıldayabilmesiydi.Gerisi önemsizdi ve Simonov daha sonra da söylediği gibi,bunu yapmazsa çıldıracağını biliyordu.
Yaşam,insanlar,ilişkiler zaten değişmek zorundaydı ve savaş bu değişimi daha da hızlandırmıştı..
Savaş bitti.Simonov,Valentina’nın yanına döndü.Bazı şeylerin yolunda gitmediğini de işte ilk kez o günlerde anladı.Yaşam,insanlar,ilişkiler zaten değişmek zorundaydı ve savaş bu değişimi daha da hızlandırmıştı.Valentina,Sovyet sinemasının en ünlü yıldızlarından biriydi artık.
Simonov ise sanki Stalingrad cephesinde yaşıyordu hala.Uğruna ölümlere gidip geldiği,sadece ona kavuşmak umuduyla hayatta kalabildiği bu kadını artık pek tanıyamıyordu.O hala ılık bir yaz gününde muzip bir rüzgarın eteklerini havalandırdığı,sarı saçlı bir kadın görmek istiyordu ama göremiyordu.
Nedir,aşkından ve sevgisinden de asla vazgeçmiyordu.Valentina’nın dedikodulara yol açan bir hayat sürmesi,ortalıkta bazı yakışıklı sinema aktörlerinin adının dolaşması da Valentina’ya olan aşkını zerre kadar azaltmıyordu ama bir insan olarak etkilenip günün birinde bu canı kadar sevdiği kadını incitebileceğinden de korkuyordu.Belki de böyle bir şey yapmamak için,Valentina’yı kırmamak için 1957’de hiçbir açıklama yapmadan onu terk etti.
Konstantin Simonov,bir zamanlar beklemesi için yalvardığı kadını karlı bir Moskova sabahı bırakıp gitti ve bir daha hiç geri dönmedi.Yazmayı yoğunlaştırdı.Albayın Aşkı,Savaşsız Yirmi Gün,Günler ve Geceler,Savaş Günleri,İnsan Asker Doğmaz ve Silah Arkadaşları gibi kitaplar yazdı.Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı seçildi.Türkiye de dahil,bir çok ülkeye gitti.
“Sağ kalışımın sırrını yalnız senle ben bileceğiz,bütün sır senin beklemeyi bilmende”
Valentina Serova 1975 yılında öldü.Simonov cenazeye katılmadı.Ertesi sabah Serova’nın mezarının üzerinde bir saksı içinde mavi hareli,sarı yapraklı bir hercai menekşe çiçeği bulundu.
Kırmızı saksıya küçük beyaz bir kağıt yapıştırılmıştı ve kağıtta işlek bir el yazısıyla “Zhdi Meny” yani bekle beni yazıyordu.Bu çiçeği kimin bıraktığı ve küçük notu kimin yazdığı daha sonraki günlerde Simonov’a defalarca soruldu.
Simonov her defasında acı bir şekilde gülümsemeyle yetindi ve cevap vermedi.Yıllar önce “sağ kalışımın sırrını yalnız senle ben bileceğiz,bütün sır senin beklemeyi bilmende” diye yazmıştı ve sevdiği kadın da onu beklemişti.Şimdi bekleme sırası ondaydı.
Konstantin Mikhailoviç Simonov,28 Ağustos 1979’a kadar bekledi.Sonra kendisini bekleyen sevdiği kadının yanına gitti…

anayurdun dumanı isimli kitabını yurt dışında okuduğum ve o ruh haliyle kendisini daha çok sevdiğim şair ve romancı.
bekle beni isimli şiirinin bence en güzel ve de ne yazık ki en nadir çevirisi de şu:
BEKLE BENİ
bekle beni, dönecegim ben.
çok, çok, bıkmadan bekle!
sarı yagmurların hüznü basınca,
kar kasıp kavururken,
kızgın sıcaklarda _ bekle.
uzak yerlerden mektuplar kesilince
bekle beni.
birlikte bekleyenlerin beklemekten
usandıgına bakma, bekle.
bekle beni, dönecegim.
unutmak zamanı geldigini
ezbere bilenleri
hayırla anma!
varsın oglum, anam
hayatta olmadıgıma inansın,
ocak basında toplanıp
acı sarapla
yad etsinler beni.
sen bekle. onlarla birlikte
içmekte acele etme.
bekle beni; dönecegim,
bütün ölümleri çatlatmak için dönecegim!
“sansı varmıs.” desinler.
beklemedikleri için,
beni bekleyerek
düsman atesinden nasıl
korudugunu anlayamazlar.
sagkalısımın sırrını yalnız
senle ben bilecegiz _
bütün sır _ senin
baskalarının bilmedigi gibi beklemeyi bilmende.

Konstantin Simonov(1915 - 28 Ağustos 1979)

biz bilmiyoruz aşkı ustam..hiç yaşamadık..hatıran önünde saygıyla eğilirken,şu notu düşüyorum bir yere..Engin ağabeyimin bu şiir hakkında dediği:"Aragon yine haklı çıkmıştır:mutlu aşk yoktur!"

11 Mart 2010 Perşembe

iyimiş :)


dolmuşlarda tenis topundan vites topuzu yapan adamlar görmüştüm evvelden..bu harbiden sağlammış :)

geç keşfedilmiş yetenek (!)


ortalıkta bir fırtınadır kopuyor;Ramiz Dayı fırtınası..Facebook'ta videoları paylaşılıyor,replikleri  anlık ileti olarak paylaşılıyor.Ramiz Dayı'yı canlandıran adam olan Tuncel Kurtiz'in,onca yıllık tiyatroculuğun,Almanca,İngilizce başyapıtlarda başrolde oynamaların,Altın portakallarda,Berlin Film Festivallerinde en iyi erkek oyuncu seçilmenin sonunda vardığı nokta:Ezel'deki yaşlı adam!

Sürü filminin "cd"sini getirmişti bizim teyze oğlu bir gün.bizim evde babamdan gizli izliyoruz.simge durumuna küçültülmüş Titanic hazırda bekletiliyor,babaya yakalanmamak için.babam Yılmaz Güney hayranlığımızdan haberdar ve bu yüzden bize suç üstü yaptığı ilk anda derimizi yüzme potansiyeline sahip..o filmde sergilediği müthiş oyunculuk halen ve halen Türk sinemasındaki bir kaç muhteşem oyunculuktan biridir benim için..o Tuncel Kurtiz,bu halk onu tanısın diye Kenan İmirzalıoğlu'nun reytingine muhtaçmış,onu anladık..

halkım bu ara çok bahseder oldu ondan..ne büyük oyuncuymuş değil mi?...geç keşfedilmiş öyle değil mi?..bunun  gibi niceleri meşhur olamadan,silinip gitmiş değil mi!!!??

öyle zannetmeye devam et sen ey halkım!!!yakında Aşk-ı memnu'yu,Yaprak Dökümü'nü kitap yaparlar!!!!!alıp mutlaka oku oldu mu!!kitabı alana,Behlül'le Bihter'in gizli çekim görüntülerinin cd'sini veriyorlarmış..yastıksız yaptıklarını da görün de rahat uyuyun artık geceleri diye..

sen yine de çooook şükür de,Tuncel Usta..ölümden önce kıymetinin bilinmesini de gördün ahir ömründe..buna da şükür Ustam..buna da şükür!

usta


"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent.
Dolaşacaksın aynı sokaklarda.
Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada,
bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın.
Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu,
işte yok ettin onu tüm yeryüzünde."
 
Konstantinos Kavafis (29 Nisan 1863- 29 Nisan 1933)

F.D.

beni bilenler bilir..sevdiğim herşeye karşı büyük bir sadakatle yaklaşırım.bu bir yazar da olabilir,bir şehir de,bir kız da..çok sevdiklerimden birisi de bu adam;Feridun DÜZAĞAÇ.

bana sorarsanız sadece şarkıcı değil,aynı zamanda bu ülkede yaşamakta olan en iyi şairlerden birisi.Teoman veEmre AYDIN'ın da şairlik konusunda adını zikrederim ama,Feridun Baba bir tanedir.muhakkak denk gelmiş ve duymuşsunuzdur ama,hiç "dinlediniz mi" müziğini bilmiyorum.bence muhakkak dinleyin.

dinlemenize yardımcı olabilmek için;

Feridun Düzağaç-Cumartesi
Feridun Düzağaç-Alev alev
Feridun Düzağaç-Beni bırakma
Feridun Düzağaç-Deli

deprem!

alıştık sallanmaya..sallanmadan uyuyamayan bebekler gibi..sallanmadan tek yürek olamaz olduk,aynı acılara ağlayan farklı diller olduğumuzu anlayamaz olduk..

deprem Elazığ'ı vurdu bu kez.resmi ölü sayısı 57.çok sayıda canlı hayvanın telefi söz konusu.maddi sıkıntı çekilen bir bölge için maddi zarar hayli yüksek..



başın sağolsun Elazığ..başın sağolsun  ülkem..

Anneye son mektup!



"Erdal Kiraz Ağabeyime"
melekler dinliyorum,sakin,huşu içinde.
kırmızısı,pembesi,alı,moru içinde..
hayaline dalmışım,yalancı bir baharın,
volta büyütüyorum,taş bir avlu içinde!
yorulmuş beklemekten;gitmiyor ayaklarım,
aklım,fikrim ceh'nemin,kızıl koru içinde!

sen yolumu beklerken,bomboş pencerelerde
ben dua ettim anne,sana taş hücrelerde!

arkadan bağladılar ellerimi apansız,
elektrik verdiler,erkekliğim kurudu,
Anne söyle onlara,senin oğlun günahsız!





yaram var,kan gidiyor,bin bir  pusu içinde
ördüğün hırkamlayım,"Gül Kurusu" içinde.
herkes düşmanın gücü,oğluna yetti sansın,
dostlar boğdular beni,bir kaşık su içinde!
bir kere olsun hak ver,nasıl bakire kalsın
dünyanın onca puştu,orospusu içinde..

silindim sokaklardan,kazındım caddelerden,
bana bir medet umma,vardığın secdelerden!

karanlık hücrelerde zulmettiler ruhuma,
aldılar ellerimden neyim varsa değerli,
Anne bir sor onlara,ne yaptılar oğluna!





bilki son ana kadar,derdin yastı içinde!
de ki yokmuş seveni onca dostu içinde!
aldattılar annecim,bu davada hiçmişim,
burda bütün köpekler,aslan postu içinde
sahiplenen olmamış,kim vurduya gitmişim
peygamberle şeytanın düellosu içinde!

dünya Tanrı'ya orman,zaman kanlı bir hızar,
senin dünya dediğin,bana koca bir mezar!

bu hayattan ölüme,inen son eşikteyim..
görüş gününde bana tebessümünü getir
Anne söyle onlara,bu senden son isteğim!


mamo ç./2011-Heddernheim

2 Mart 2010 Salı

mart

(geç kaldık bir gün..kapıda kaşılayamadık,affetsin..)

güzel bir tekerlemesi vardır,kazma kürek yaktıran soğuğuyla ilgili.dikkatli olun,ilkbahar geldi diye heveslenmeyin,daha Nisan'a var.hele nisan gelsin ben size haber  vericem.

havalara dikkat millet,bugün 2 Mart 2010