31 Ekim 2009 Cumartesi

USTA!!

saygılarımla..



SENİ BENİM KADAR SEVEMEYENLER

seni benim kadar sevecek olan
başını taşlarda çürütmelidir
yarasına dikenleri sarmalı
kalbinde dağları yürütmelidir

gözleri her sabah başka bir çeşme
her akşam krater, her gece duman
gökleri günboyu alevlenirken
boynunda bir kement olmalı zaman

yollar düğüm düğüm boğmalı onu
ızdırap sızmalı baktığı yerden
kaplan tutuşmalı, kurt inlemeli
saçından bir teli yaktığı yerden

sana benim kadar tutulmak demek
vurulmak demektir kartallar gibi
tâcını, tahtını kaybetse bile
gülümseyebilmek krallar gibi

seni benim kadar sevecek olan
ruhunu kapından kovabilir mi
seni benim kadar sevemeyenler
seni benden fazla sevebilir mi

Nurullah GENÇ

olmadık şeyler yazarsın ya bazen!!

mutlu olmakla ilgili tanrının verdiği bütün haklardan feragat ederek yürüyorum hayatın üstüne..her adımda biraz daha zor;her adımda biraz daha yakın bütün korktuklarım..debisini ihtiraslarınızla arttırdığınız bir nehirde,salsız,kulaçsız bıraktınız beni..

size duyduğum sevgini hatrına;maziye duyduğum saygının hatrına,yaşanmış bir kaç güzel günün hatrına,üstleniyorum cezasını ne yaşanmışsa,yaşanmaması gereken..

ellerinizle cesede çevirdiğiniz kendimin,bedenine bizzat ben veriyorum intihar süsünü!!

27 Ekim 2009 Salı

Bir masal yaşamak istiyorsanız, onu şimdiden yazmaya başlayın



sanırım Yeşim Hanım bu blogda kendinden,adından ve yardımlarından sıkça söz ettirecek..kendisinin medikongre dergisi için yazdığı yazıyı benimle paylaşmıştı.ben de sizlerle paylaşmak isterim.

Bilemiyorum, Türkiye’de kaç kişinin aklına Hindistan’a gitmek gelir ama ben Üniversite yıllarımda sırt çantamı aldım ve aileme saçma sapan bahaneler uydurarak Hindistan’a gittim. 22 yaşındaki bir genç kızın önemsiz bir işmiş gibi Hindistan’a gitmesi babamı çileden çıkarmıştı fakat, elime geçen bu yüzyıllık fırsatı değerlendirmeyi, onun kaygılarına kurban edemeyecek kadar çok istiyordum. Dahası, gençtim ve onun kaygılarını anlamıyordum.
O akşamüstü arkadaşımla uçaktan indiğimizde bizi karşılayan keskin baharat kokusu, farklı bir dünyaya geldiğimizin ilk ipucuydu. Heyecandan birbirimize bakarak önce keskin koku yüzünden kaşlarımızı çattık ve yüzümüzü buruşturduk. Sonra da yüksek sesle gülmeye başladık. Evet, hep buraya gelmek istiyorduk ve sonunda gelmiştik işte.
Birden, İstanbul’dan gelirken yanımıza hiçbir adres ve hiçbir otel adı almadığımız aklımıza geldi. Ne güzeldi böyle evcil korkularımızı evde bırakarak, öylece yola çıkmak…
Başkenti dolaşmaya başladığımız ilk anlarda yollara saçılmış geleneksel binaların arasından size seslenen tarihi tapınakları görüyorsunuz. Fakat ondan önemlisi, başkentin ortasında hüküm süren yoksulluk ve sokaklardaki pislik. Her ne kadar İstanbul’dan henüz kalkıp gelmiş iki turist için bu görüntü ilk başta olumsuz duygular yaratsa da insanı görmek için yola çıkan iki insan için bu duygu sadece 10 dakika sürdü. Sonrasında ülke de, insanları da bizi büyüledi.
Bazı mekanlarda huzur toprağa işler ve siz oralara ayak bastığınızda, kendi iç huzurunuz bile ayaklanır, hayatın size dayattığı hırs, kıskançlık, öfke gibi olumsuz duygular yerini bir anda dinginliğe ve insan sevgisine bırakır. İşte burası öyle bir yerdi.
Oysa 1997’de, bizim gittiğimiz yıl orada Keshmir savaşı vardı. Fakat, Hintli bir yerlinin bana söylediği gibi “Huzur insanın içinde taşıdığı bir cevherdir ve onu içinde tuttuğun sürece bir aslan bile önünde saygıyla eğilir.”
İşte böyle insanlardı Hindistan yarımadasında yaşayanlar.
Yaşadıkları fakirliğe ve biz modern dünya insanlarının sefalet diye tarif ettiklerimize rağmen onlar müthiş bir gülümsemeyle hayata bakıyorlar. Onların bu yüce gönüllülükleri, ister istemez bizde de iyi insan olma duygularını uyandırmış, inanılmaz hoşgörülü olmamızı sağlamıştı. Karşımıza çıkan, kendi ülkemizde garipseyeceğimiz her davranış orada doğallığın bir parçası haline gelmişti.
Şimdi düşündüğümde, bu atmosfer bizi öyle etkilemişti ki ben bir hafta boyunca her gece, duvarlarında kertenkelelerin dolaştığı ve gardrop kapısının kırık bölmesinde bir fındık faresinin yaşadığı bir odada hiç rahatsızlık duymadan kaldım. Hem de hiç tanımadığımız, orada tanıştığımız bir ailenin evinde. Ne güzeldi, her akşam onlara iyi geceler dileyerek uyumak. Öyle bir iç huzurla yatıyorsunuz ki, toprak size huzur verici ninniler söylüyor sanki.
Bir gün karar verdik ve ünlü Taç Mahal’i görmeye gittik. Taç Mahal’in bulunduğu Agra şehrine geldiğimizde, iç huzurumuz bir süreliğine sekteye uğramış olacak ki, arkadaşımla oracıkta, belki hayatımız boyunca sadece bir kez görebileceğimiz, bilmem kaç yüzyıllık bir yapının önünde, hala sebebini anlayamadığım bir kavgaya tutuştuk. Fakat ben bu yapıyı görmeye o kadar kararlıydım ki, onun kaprisini dinlemeden hemen binanın içine girdim. Doğru söylemek gerekirse binanın dışı içinden çok daha etkileyiciydi. Ama size tavsiyem, oraya biriyle giderseniz kavga etmeyin. İnsan içi burukken bir aşk mabedinin içine girince hiç keyif almıyor.
Ben kendi gezimi tamamlayıp binadan çıktığımda hala kızgın kızgın bana bakan arkadaşıma, buraya kadar gelip bu binayı görmezse pişman olacağını anlattım. Uzunca bir süre gitmemek konusunda ısrar etti, sonra yelkenlerini suya indirdi ve benimle birlikte gitti. Eminim şimdilerde bu konuyu düşündüğünde bana ne kadar borçlu olduğunun farkındadır.
Benim hayat boyu inandığım bir düşünce vardır: Her şey hikayesiyle değerlidir. Bence Taç Mahal’de tamamen hikayesinden dolayı değerli. Burasıyla ilgili hatırladığım çok ilginç bir anı da, tam görkemli mermer binadan çıkmış, o muhteşem bahçesinde ilerliyordum ki, karşıma bahçenin kenarına iliştirilmiş koca dijital saat takıldı. Hem zamanı, hem de hava durumunu gösteren saate gözüm takıldığında 49 rakamının 50’ye dönüştüğünü gördüm ve bunun havanın derecesi olduğunu fark edince de bir an nefes alamıyorum sandım. Bu tabii ki sadece psikolojik bir durumdu. Sanırım havada pek nem olmadığından olsa gerek sıcaklık hiç boğucu değildi. Hissedilen sıcaklık, bizim alıştığımız 30 derece civarıydı.
İki gün sonra yolumuza devam ettik ve kuzeye, savaşın olduğu topraklara Keshmir’e gittik. Orada hava 9 dereceydi. Yani biz bir saat arayla, 50 dereceden 9 dereceye gittik, uçakla elbette. Keshmir, Hindistan’ın Müslüman olan tek eyaleti. Tamamen dağlık. Rakım, hatırladığım kadarıyla 3000m’di. Ama yanlış da hatırlıyor olabilirim. Srinagar diye bir bölgede bulunan Dal Lake gölüne götürdüler bizi. Konaklamamızı, ortasında koca bir dağ bulunan gölün üzerine serpiştirilmiş ahşap evlerde yaptık. Bunlar süper lüks ahşap bungalovlardı ve buraya ulaşım sadece kanolarla yapılıyordu. Hatta satıcılar bile mallarını sandallarına yükleyip balkonun altına yanaşıyor ve sizinle oradan konuşuyordu. Sabahları uyanıp balkona çıktığınızda, tek bir adımla göle düşebilirdiniz. Fakat göl sanki insanların gelmesinden memnun, ahşap evlerin bulunduğu kısımlara yakın yerlerde gölün üzerinde nilüfer yaprakları görünüyor. Buranın güzelliği bununla bitmiyor. Evin balkonundan karşı dağa baktığımızda hemen hemen her gün iki tane gökkuşağı yan yana görüyorduk.
Burada yaşadığım bir anıyım hayatım boyunca önüme gelene anlatacağım sanırım. Ahşap evlerde bizimle ilgilenmesi için bırakılan hizmetli genç, ismi Manzuur, bir gün bize bölgeyi gezdirirken arkadaşım ban dönüp “Gaiba Manzuur senin adını söylemeyi beceremiyor.”dedi. “Nereden çıkardın?” diye sorduğumda, bana seslenirken “Zuni” diye bir kelime söylediğini belirtti. Sonra Manzuur’a döndüm ve “ Manzuur, benim adım ne?” diye sordum. O da “Zuni” dedi mahçup bir gülümsemeyle. “Ben senin adını söyleyemediğim için bu ismi koydum.”dedi. ne anlama geldiğini sorduğumda ise “Ayışığı.”dedi. Bu beni gerçekten çok etkiledi ve elbette çok mutlu olmuştum. Bilirsiniz kadınlar bu tür şeylere bayılır. Fakat en güzel kısmı, bana neden bu ismi koyduğunu sorduğumda geldi. “Çünkü siz gülümseyince bizim ayışığımız gibi parlıyor gözleriniz. Siz iyi bir insansınız ve ayışığı bizim için kutsal.” Bunları duyunca daha da bir sırıtmaya başladığımı ancak arkadaşımın bana kaşlarını çatmış, alaylı yüz ifadesini görünce farkettim. Ben kendimi toparladığımda arkadaşım, bana bunları söylemesi için Manzuur’a para verdiğini söyledi. Tabii ki inanmadım.
Şimdi bana Hindistan’ı sorsalar, yangın varmış gibi hızlı konuşan, iklimi yüzünden yavaş hareket eden, fakirliklerine rağmen her daim gülümseyen, hayatın sırrını çözmüşçesine dingin yaşayan insanlar diye tarif ederdim.
Hani insanın hayatında bazı anılar vardır, bu anılar insanın karakterini korur. Tam kendiniz olmaktan çıkacağınız, ya da size yakışmayacak davranışlarda bulunacağınız zaman bu anılar size yol gösterir. İşte benim yaşadığım en değerli anılarım arasında 23 Eylül 1997 tarihinde başlayan bu masalsı Hindistan yolculuğu vardı.
Küçük bir not: sakın aşı olmadan gitmeyin, ben döndüğümde Tifo olduğum ortaya çıkmıştı.
Kalın sağlıcakla.

24 Ekim 2009 Cumartesi

ne gündü bee...15 kasım 84..doğum günüm..


ben doğduğum neler oldu diye sordum google'e,o anlattı ben dinledim..ne günmüş bee!
24 Ekim 2009
22:18 itibarı ile

15 Kasım 1984
Bir Perşembe günü dünyaya geldin
Sen doğalı 303 ay geçti
Sen doğalı 1.301 hafta geçti
Sen doğalı 9.109 gün geçti
Sen doğalı 218.637 saat geçti
Sen doğalı 13.118.238 dakika geçti

Sen doğalı 787.094.467 saniye geçti



Şu anda 24 yaşındasın
Bir sonraki doğum gününe 21 gün var
Bir sonraki yeni yıla 68 gün var
Hicri takvime göre doğum tarihin 21 Safer 1405
Tahmini ana rahmine düşme tarihin 09 Şubat 1984

Şuan için Dünyadaki insan nüfusu : 7.008.107.995



Ortalama Türk erkeği ömrüne 42 yıl uzaktasın
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki erkek ömrüne 48 yıl uzaktasın
Ortalama Türk kadını ömrüne 47 yıl uzaktasın
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki kadın ömrüne 55 yıl uzaktasın
Allah uzun ömürler versin

Senin yaşına eşit bir ördek 7 yaşında
Senin yaşına eşit bir keçi 4 yaşında
Senin yaşına eşit bir kedi 12 yaşında
Senin yaşına eşit bir at 14 yaşında
Senin yaşına eşit bir balina 123 yaşında

Sen doğduğunda cumhurbaşkanımız Kenan Evren idi

Sen doğduğunda başbakanımız Turgut ÖZAL idi


Doğduğunuz yıl asgari ücret: 24.525 TL

Sen doğduğun gün Amerikan Doları 415,56 TL idi

Sen doğduğun gün Alman Markı 140,90 TL idi

Sen doğduğunda 200 gr ekmek 11 Lira 11 Kuruş du

23 Ekim 2009 Cuma

Hürrem!

kadın denilen şeyin,hırslandığında,çok istediğinde elde edemeyeceği şey yoktur..bu kitapta onun ispatıdır..herkes hürrem sultan için çok farklı yorumlarda bulunabilir..ben hırsına,iradesine,sağlam ve sarsılmaz karakterine hayran kaldım!!
süper bi kitap!biraz kalınca bi şey ama gözünüzü korkutmasın..benim 1,5 günümü aldı okumak..

demet yeleklioğlu yazmış,artemis yayınları yayınlamış...süper olmuş..


sivassipor!

daha önce Sivasspor'un istifa eden hocası Bülent Uygun hakkındaki görüşlerimi yazmıştım..
sivassporun bu seneki hali ortada..feci durumdalar..sezonun başında şampiyonlar ligi için oynadılar,şimdi ligin dibindeler..biraz haddini bilmekle daha uzun yıllar bu ligde tutunurlardı,beceremediler..yakın tarihte çekilen,şu yukarıdaki fotoyu,nerden geldiklerini unuturlarsa,olacağı budur...

atalarımız boşuna dememiş;hiç bir şey bilmiyor olabilirsin,bari haddini bil!!!

çal ulan!

az önce otelimizin Reklam ve Tanıtım Müdiresi Yeşim Hanımdan nefis bir mail aldım.mailde Ağustos Böceği ve Karınca hikayesine bir de Sunay Akın penceresinden bakalım diyor.ki olayın özü şu:bir ağustos böceği dünyaya gelmek için toprağın altında tam 12 yıl bekliyomuş..yuh!!hem de ne için bekliyor biliyomusunuz:dünyaya gelip 1 yaşamak için..

tey tey tey...karınca bu ağustos böceğine posta koyunca nasılda galeyana gelmiştik..ben o hikayeyi duyduğum ilk gün karınca parti kurmuş deselerdi oyumu verirdim şerrefsizim..öyle gaza gelmiştim,sen hesap et..ama olayın iç yüzünün çok farklı olduğunu tam 25 yaşında öğrendim..

türk filmlerinde ömrünün son 1 ayı kalan adama ne diyor doktor:"gez,toz,dilediğin ne varsa yap..ölüyon kardeş!!"herif zaten onca yıl yaşamış,o uzun yılların ardından 1 ay kalmış..e ağustos böceği n'apsın baba..sen 12 yıl toprağın altında bekle,sonra gel dünyaya,topu topu 1 aylık ömrün var..ordan dallama karıncanın biri çıksın gelsin:"e sen tembelsin!"..yok ya:e ona bakarsan sen de salaksın!!la herifin ömrü 1 AY la 1 AY!!!

valla üzüldüm yav...La fontaine olacak dürzü ne kadar yanlış tanıtmış bize bu gariban ağustos böceğini...ilk gördüğüm ağustos böceğinden,bizi affetmesi için Orhan Baba'dan Hatasız Kul o
Olmaz parçasını isteyeceğim..

çal ulan..çal,günahı vebalı benim boynuma,çal!!

nostaljiye bak!

nefis bir nostaljik malzeme..facebook'taki bir gruptan buldum bunu..çekiliş tarihi 9 nisan 1987!!3 yaşındayım...

sen insansan yukarıdakiler ne?

hiç bi şey yazmicam..yazmak istediklerim konu başlığında mevcut!

pencere

daha fazlası

her uyandığımda pencereden bakarım ilk iş..refleks olmuştur artık..hadi mevsim değişikliklerinde normal,hava acaba bugün nasıl diye bakarsın..benimki öyle değil,ben yazın ortasında da bakarım,kışın göbeğinde de.niye böyle bir hareket yapıyorum,veya ilk ne zaman başladım böyle uyanır uyanmaz bakmaya,hiç bilmiyorum.bazen iyi yağmış bir yağmurun,üzerinden birkaç saat geçmişken,ama hava henüz açmamışken,balkon korkuluğundan,çamaşır ipinden henüz sular damlamaya devam ederken,yatağın tatlı sıcaklığından,odanın insanı tatlı ısırışlarla rahatsız eden soğuğuna uyandığım sabahlar yaşarım..nasıl nefis bir hazdır anlatamam..şairin “beni bu kötü havalar şair yaptı” dediği havaların bunlar olmadığına kalıbımı basarım..müthiş bir güzelliktir benim için..

kışın yazı hasretle anıp,yazın kışı iple çeken enteresan milletimizin aksine benim hiçbir kış ayazında yazı istemişliğim yoktur..aksine,sahilde,yakamoz eşliğinde edilmiş müthiş bir sohbetin üstüne bile “ulan kış gibisi var mı?” diye sorular sormuşluğum vardır.ben kış adamıyım baba!parka,mont severim..ayakta bot,boğazlı kazak..ağzımızdan dumanlar çıksın,köşe başında ellerimizi nefesimizle ısıtalım isterim.arkadaşla omuz omuza durmanın,bir sıcak çayın,başını sokacak bir çatının kıymetini o zaman daha bir anlıyor insan..sanki kış,yazın ardından gelen bir nadas dönemiymiş gibi düşünüyor insanlar,o canımı sıkıyor..sanki olmasa da olurmuş,hatta olmasa daha iyi olurmuş gibi bir hava var..

insanlar yazın tadını çıkarmak için deli gibi bir heyecanla beklerler.yaz mevsimi kışın yaşattıklarına karşılık bir teselli armağanı veya ne bileyim,kışın verilen mücadele için bir ödül gibi görülüyor.sanki kışlar sadece,iş,okul,geçim sıkıntısı gibi can sıkıcı şeyler içinmişte,yaz gelince tatil,deniz,kum ve çeşitli eğlence aktivitelerine ayrılmış bir dönemmiş gibi..ulan ayılar bile kış uykusu diye bi şeye yatarlar,bütün kış uyuklayıp,bahar ve yaz aylarında piyasaya çıkarlar be..

insanlar yazlık diye bi şey alırlar mesela..alana lafım yok ama Antalya’da değil,atıyorum Rusya’nın Novosibirsk bölgesinde yaşasam,bok gibi param olsa,yani parayı ne yapacağımı bilemesem ve biri bana dese ki;”hacım şu parayla oynayıp durma boyası akcak..şu parayı İsrail’e ver,nükleer silah yapsınlar,ya da git bi yazlık al” dese..ve örnekte de belirttiğim gibi,işin öbür yanında paramı İsrail’e vermek varsa ancak bir yazlık alırım..yahu 11 ay 5 gün oturduğun evin değeri 70.000 tl,22 gün oturduğun yazlığın değeri 80.000 tl! ee..?..amacın ille tatil yapmaksa ver 2.000 lira git bir otele,yap 2 hafta babalar gibi tatilini,dön..üstelik otel tedaşla,belediyeyle,manavla, kasapla,tüpçüyle senin yerine uğraşsın..ayrıca yaz ayında zaten sahilde de yatsan koymaz adama..ne üşürsün ne ıslanırsın..sen kışlığına bak..yazlığa para arttırıcam diye pencereden kapıdan kısarsın,kışın rüzgar o pencereden süzülüp kıçın donduğu vakit,gözünde yaz hatıraları canlanıverir o zaman..(ayrıca 11 ay 5 günü,22 günle toplayıp,1 yılı 3 gün eksik hesaplamışsın diyen uyanıklar olabilir;3 günü yol için kullandım.)

pencereden baktığımda o havayı görürsem,ve bu mevsim normalleri dediğimiz şeyse,ve normal olarak mevsim kışsa,ben çok mutlu hissederim kendimi..o zaman bu şehri gerçekten bana ait hissederim.Rus’un,Alman’ın,İngiliz’in değil;İstanbul’lunun, Trabzon’lunun, Sivas’lının değil..gerçekten bu şehri sevenlerin,bu şehirde yaşayanların şehri olduğunu hissederim..siz de hayata pencereden bakın..şekli, büyüklüğü ne olursa olsun fark etmez..gördüğünüz manzara size neyi anlatıyorsa,hayat o günlük güzergahta seyredecektir!!pencereniz bazen hayata açılan kapınız olabilir..nereye açılıyorsa,sizin için odur dünya!

21 Ekim 2009 Çarşamba

askerlik anısı.

benim berberin önünde oturmuş l-manyak'a dalmış gitmişim..zafer hemen yanımda dizinin üstünde bilgisayar,tugay'ın yedek kulübesinde bile gördüğü bir işlem yapıyor..sokak ortasında bilgisayarla internet..vay be,nerden nereye..bizim zamanımızda.....neyse neyse,bizim zamanımızda diye başlayan bir cümle girişiminin sonu pek hayra gitmez..gerçi tugay yedek kulübesinde 3g ile internetten falan diye bahsediyordu galiba-tam emin değilim- ama bizim zafer civardaki kablosuz ağların birinden internet çalıyodu..uzatmayayım,çalarken birden şöyle bi şey inleme yükseldi:
-ulan askerlik anıların yok!!
kafayı çevirip soru işaretli soru işaretli bakıyorum..ulan nerden çıktı!?hadi çıktı diyelim,niye bağırıyorsun!!
-ne askerliği be?
-hafız hiç askerlik anını yazmamışın,ne biçim Türk evladısın lan sen?
bilgisayara bakarak bana bu soruyu sorunca ,olayın gizemini çözmeye yardımcı olur diye ekrana bakıyorum,benim blog:)bu ara çok moda:)bütün arkadaşlarımda "mamonun bloga girip reklamları tıklayın la,para kazansın çocuk" modu hakim..teşekkür ederim arkadaşlar,"ama bloga girip reklamları tıklamayın,girip okuyun" diyorum.tabi bu sözü söylememde blogda yer alan ANTALYASPOR STORE reklamının ücretini peşin almamında etkisi var:)

lafı uzatmayayım dedikçe laf uzattığımı farkettim şu an..bu sefer harbiden uzatmayıp yazının konusuna geleyim.zafer'in askerlik anısı isteğini kırmayıp yazayım bi anımı,yoksa herif kamuoyu oluşturup bloga girişleri engelleyebilir,o potansiyel var..

askerliğimin acemi birliği dönemini Erzincan 59. Topçu Tugayı Topçu Er Eğitim Taburunda yaptım.45 günlük acemi birliğinin ardından yemin törenimiz yapıldı.törenin sonunda verilen 20 dakikalık istirahatte(askerlikte asla mola denmez),biraz "sivil" görelim diye,yemin törenini izlemeye gelen ailelerin arasına karıştık.4 tertip beraber gezerken 20 metre ötemizde annem yaşında bir kadın,hepsi birbirine benzeyen 10.000 tane asker içinde bana doğru bakarak,hatta doğruca bana bakarak,heyecanla "İsmail!!" dedi..boğaza bir şeylerin düğümlenmesi hissi son raddeye ulaştı..kadın beni oğlu sanmıştı!!.bir daha İsmail diye seslenince,ne yapacağımı şaşırdım.hani boğazıma bi şey düğümlendi dedim ya;onun yüzünden konuşamıyorum da....kadın bana doğru yürümeye başlayınca,elimi kafamdaki kep'e atıp (askerde asla şapka denmez) çıkardım kafamdan..madem konuşamadım,bari göstereyim İsmail olmadığımı diye..kadın hayal kırıklığının hiç bir zerresinin bulunmadığı dolu dolu gözlerle:
-ay yavrum ben seni oğlum sandım..neyse hepiniz benim oğlumsunuz,gel seni de öpeyim.deyip beni ve beraberimdeki arkadaşlarımı öpmüştü..kendi annemizin elin öpmüş gibi öptük elini,o da kendi oğlunu öper gibi bizi öptü..

şanlı bir ordunun üyesi olmanın gururuna çok farklı şeyler eklenmişti o gün..gözlerimizden yanaklarımıza doğru damlalar taarruz etmiş,yüreğimiz memleket ve hasret marşları söylemekteydi..hatırladıça,kalbimde bir titreşim dalgasının yayıldığı bir hatıradır..


ahan da size askerlik hatırası..

16 Ekim 2009 Cuma

ALDATILMAK!!!


İnsanoğlunun yaratılmışların en çirkefi olduğunu öğrendiğim, tanrı tarafından uygulanan özel bir programla tabi tutulduğum, hızlandırılmış bir kurstu ömrümün son bir yılı!yeni öğrendiklerimi koyup ceplerime üzerine sil baştan yürüyeceğim hayatın.. hayattaki en büyük klişelerden biridir:”benim en büyük hatam,herkesi kendim gibi sanmam!”.. ve hayatım hayatım boyunca karşılaştığım klişelerden şu an ki ruh halime en çok yakıştırdığım da bu-maalesef-..

Arkadaş dediklerimi bir kere daha getirip geçirdim gözlerimin önünden..”arkadaş dediğin bir yığın hergeleden başka bir şey değildir!” diyen yazarın ellerinden öpmek isterdim şu an..”ne kadar yanılmışım!” dedim onları dinlerken,onlara bakarken…onları hayatımda bu kadar güzel yerlere sokmakla ne kadar haksızlık etmişim hayatıma! Onlar için her şeyi yapmaya hazır bir bünyenin arkadaşları,o bünye için yapacak hiçbir şeyi olmayanlardı!!bir yorum değildi bu.zaman göstermişti bunu bütün çıplaklığıyla,onlar bunu kanıtlamışlardı!!!hayatım,hayatıma girmeyi hak etmeyecek kadar,uğruma bir şeyler yapabilme cesaretinden,özverisinden,sadakatinden uzak,insanların istilası altındaydı!!!

16-17 yaşlarındaydım..Urfa’nın kavurucu sıcaklarının etkisini henüz hissettirmediği bir yaz başlangıcıydı.arkadaş dediklerimden birisi –ki hala arkadaş diyebiliyorum ona tanrıya şükür!- pek hazzetmediğim bir kızla çıkmaya başlamıştı..kızdan niye hazzetmediğimi bilmiyorum,bildiğim onun da benden hiç ama hiç hazzetmediğiydi..aynı mahallenin,aynı okula giden 3 çocuğuyduk..kızla karşılıklı sataşmalarımız,artık bir nevi “yengem” olduğu için,tamamen onun tarafından yapılan tek taraflı saldırılara dönmüştü..bir akşamüzeri,bizim evin sokağına girince karşıdan gelen,halen büyük saygı duyduğum Eyüp Amcayı,bir hışımla üzerime yürürken buldum.hayırdır demeye kalmadan bir tokat patlattı ki,halen suratımın büyüyen daireler halinde sızladığını hatırlarım.tokadın sebebini Eyüp Amca bana saydırırken anladım..Eyüp Amcanın kiralık verilmek üzere boşta bekleyen dükkanının,gazete kaplı camı,bir adet “Fresh Gazoz” şişesiyle un ufak edilimişti.maddi zarar,o günün parasıyla “dört buçuk milyon”du..Eyüp Amca,bir de nasihat veriyordu,madem böyle bir şey yaptım,gidip dürüstçe söylememi tembihliyordu..Allahtan Zeynep görmüştü de ona söylemişti!! tahmin edeceğiniz gibi Zeynep,arkadaşımın kız arkadaşıydı..Zeynep ismini duyana kadar “yav iyi de Eyüp Amca ben 2 gündür Bozova’daydım,daha mahalleye şimdi geldim!” demek için fırsat kolluyordum..ama o ismi duyunca vazgeçmiştim söylemekten! Ben dayak yiyen,mahallenin serserisi olmayı,”arkadaşımın kız arkadaşının bir yalancı olmasına” tercih etmiştim!!benim için bunu yapabilecek kaç arkadaşım var diye bakıyorum şimdi etrafıma melül melül…bir?iki?...yok yok..en fazla bir…tamam,belki iki!!

Geçen zaman içerisinde,artık mazide kalmış veya uzaktan süren,araya mesafelerin girdiği arkadaşlıklarım adına çok şey olmaya razı oldum.onlarda benim için..o yüzden o arkadaşlıklarımın tadı,şimdi yaşadıklarımın %90’nından daha gerçek benim için.. beni bilen bilir,telefonla konuşmak yerine yüz yüze konuşalım diye,yağmurda,hem de Antalya’nın sağnak yağmuru altında 15 dakika yol yürümüşlüğüm vardır.. mesajlaşmaktan nefret edenler parti kursa,başkanı seçimsiz-oylamasız ben olurdum.. ama şimdi çevremdekilerin %90’ıyla bir yerlerde oturup bir şeyler yapmak yerine internet sohbet ortamlarında,lise,eski mahalle,çocukluk arkadaşı arıyorum!!

Vakt-i zamanında en yakın arkadaşlarımdan biriyle aramız açılmıştı..onun yerine birini koyabilmek için 7-8 ay uğraşmıştım,en sonunda da vazgeçmiştim..bakıyorum şimdi..beni veya bir başkasını en yakın kabul edenlere..diyorum ki çıkıp gitsem hayatından ne kadar hisseder yokluğumu..kalıbımı basarım!!!isteyene yemin de ederim,en fazla,taş çatlasın,1 hafta!!!e nerde kaldı benim en değerliliğim,benim en yakınlığım..kandırmayın ulan kimseyi,değilim!!!

Şunu bilin;artık siz de değilsiniz!!benim için en değerli,en yakın yok..yakın var,değerli var..kontenjan dolu yalnız onu söylim!!beni kaybettiniz!!!!ben her biriniz için çok şeyi göze aldım,ispat etmeye ihtiyaç duymuyorum,alçakgönüllülük de yapmicam bu sefer!ama siz sırf benim hatırıma,size dokunan,”birkaç benim olana” göz yumamadınız..sineye çekemediniz olan biteni..göz yumalım diyemediniz..çünkü sizin gururunuz,sizin kendi hayatınız,kendi duygularınız,kendi egonuz,kendi ihtiyaçlarınız vardı!!!ben sizlere aylığımın yarısını,alamayacağımı bile bile borç verirken, kaçırdığınız kızla gelip kapımı çaldığınızda evime alırken;işimi,çevremin gözündeki saygınlığımı,kız arkadaşımla ilişkimdeki huzuru kaybetmeyi göze almışken,benim de duygularım,benim de egom,benim de gururum vardı!!!düşünmediniz!!!sevgiliniz terk ettiğinde çağırdığınızdım..nasihatlerime,yardımlarıma ihtiyacınız vardı ve ben ordaydım!!başınızı yasladığınız omuz,sarhoşken sarıldığınızdım!!!sır verdiniz bana, kendi içinizdeki zehri dökme telaşına,”bana duyduğunuz güvenin göstergesi” etiketini taktınız!!kendi derdimi anlatma sırasının bana gelmeyeceğini bile bile,her “dertleşelim” dediğinizde koşanınızdım!!!ne aldatılmışım…ne aldanmışım!!!

Benim olana,benim hatırıma tahammül edemeyen bir insan yığınına sırtımı yasladığım bunca zaman gelip geçti gözümün önünden bu akşam..kurallarını bizzat koyduğum bir oyundur bundan sonra hayat..sizlerse rol verdiğim birkaç figüran..güleceğim yüzünüze..kahkahalarım her zamankinden şen olacak.hep yakınınızda durup,hep yanınızdaymışım gibi bakacağım gözlerinize,ama gözlerim aslında yalan boşluklara bakacak!görmeyeceğim sizleri..toplanacaksınız,ben olmayacağım..dertleşmek istediğinizde,bana ihtiyaç duyduğunuzda benim hep önemli bir işim olacak!!ağlamak istediğiniz omuz olduğumda,halı saha maçı gözyaşlarınızdan daha çok önem kazanacak..ahan da buraya yazıyorum,aynen böyle olacak!!

Bir anlık hırsla yazılmış bir yazı değildir,öyle sanmayın..her satırı,her kelimesi üzerinde durulmuş,her harfi düşünülerek yazılmıştır..kimler üstüne alınır,kimler “haa,öyle mi…peki görürsün sen!!” der,kim kılıcını kuşanır,kim beni hayatından siler,bilmiyorum ve UMURSAMIYORUM!!ben “fıstık yeşili bir okulda paylaştığım gerçek dostlukların hayatıma kattığı ışıkla”,siz hiç fark etmeden,ruhunuz bile duymadan hepinizin kalbine şu cümleleri yazıyorum:”ŞEYTANIN OKŞADIĞI GURURUNUZU, ARKADAŞ DEDİĞİNİZ BU ADAMIN HATRINA BİR KENARA ATAMADINIZ YA;BEN DE BENİM OLAN NE VARSA,ONUN HATRINA,SİZİ HAYATIMDAN,DEF EDİYORUM!!!”

hey gidi küçük dünya!

Gece 3!3 kişi,bizim otelin lobisindeki plazmadan Uruguay-Arjantin maçını izliyoruz.maç 0-0,kıran kırana..Uruguay bastırıyor.gözüm 2 oyuncuda..Arjantinli Messi,ve bu platformda bizim çocuk diyebileceğim Fenerbahçeli Lugano..Lugano biraz daha ağır basıyor,Uruguay’ı destekliyorum içimden..

Birazdan lobinin önüne bir taksi yanaşıyor,içinden bir orta yaş beyefendi,bir de valiz iniyor..bellboy arkadaş espri yapıyor;”amcam Arjantinli,maç izlemeye geldi..” resepsiyondaki yerimi alıyorum,misafirimiz geliyor ve pasaportunu uzatıyor;Arjantin pasaportu!!!bizim arkadaşla başlıyoruz gülmeye.

Hayatımda ilk defa bir Arjantinliyle maç izliyorum,hem de tarihi öneme sahip bir Arjantin maçını..adam harbiden taraftar,River Plate taraftarı..bazen istemsizce ağzından bir marş çıkıveriyor,lobide yankılanıyor,bize dönüp pardon arkadaşlar diyor..

Arjantin serbest vuruş kullanacak..”Gol olur” diyorum..adam sanki tanrıymışım gibi umutla bana bakıyor :) Ve Gol!!!herif dizlerinin üstüne çöküyor,gerçek tanrıya şükür ediyor..

Maç sonunda valizini alıp sevinçle odasına doğru gidiyor..

Dünya çok küçük diye bir kere daha geçiriyorum içimden..gecenin sonunda bir espiri de ben yapayım diyorum:”golü önceden bilen adam mamo chello,ve gelen misafirin milliyetini önceden bilen bellboy murat’la bir başka futbol gecesinin daha sonuna geldik..esen kalın..”

araştırMA,geliştirME!bırak dağınık kalsın!!


Masanın en yaşlısı olmanın verdiği çok tuhaf bir hisle,konuşulanları dinliyordum.yaş ortalaması 20 bile değil..konuşulan konu ise yaş ortalamasına ters.. çalıştığım otele stajyer olarak gelen çocuklar, bacak kadar veletler savaşı konuşuyorlar personel kafeteryasında..İsrail ve Amerika var hedeflerinde..iyi,hoş da,daha çok şey öğrenmeleri gerektiğinin farkında bile değiller;dolduramıyorlar söylediklerinin altını.. sohbetin ana teması SAVAŞA HAYIR’ken,zaman zaman İSRAİL’e ve/veya AMERİKA’ya HAYIR oluveriyor..

“Sizin ülkeniz bu işte ne kadar suçlu?” diye bir soru atıyorum ortaya..oklar AK Parti’ye çevriliyor..”Kim seçti AK Parti’yi diyorum?” “Halk!” diyorlar..”Halk kim?” diyorum,cevabı bilmezden geliyorlar..bakışları “halk biziz!“ diyor..soruyu bir kere daha her kelimesine vurgu yaparak soruyorum:”SİZİN ÜLKENİZ,YANİ SİZ,BU İŞTE NE KADAR SUÇLUSUNUZ?”

Öyle ya,dünyaya mal olmuş bir icadımız var bizim..her dilde “yoğurt” o kelime..o bizim!!ama elin İsraillisi o yoğurda birkaç çilek atıp,meyveli yoğurt diye kakaladığında gidip o raftan o yoğurdu alıp yiyen vatandaş da bizim!!benim ülkemin hasadıyla yapılan,yabancı sermaye ürünü fındıklı çikolatayı ekmeğe sürüp, çocuğuna yediren vatandaş da bizim!!”e abi tamam sen hükümeti destekleyebilirsin,saygımız var ama…” diye,olayı başka tarafa çekmek isteyen bir cümle girişimini,oy verdiğim partinin amblemini taşıyan anahtarlığı masanın ortasına koyarak savıyorum sohbetin kenarından..suçlu olduğunuzu kabul edin önce diyorum..o savaşa verdiğiniz desteği kabul edin önce!!”e yani..”ler dökülüyor dudakların arasından..

Bunları konuşmaları güzel..ama konuşma şekilleri değil!!karavanaya sallayarak,söylediklerinin özünü bilmeden,kulaktan dolma konuşmak,bu taze beyinleri araştırmaktan,araştırarak öğrenmekten alıkoyuyor..Pigalle’deki Cezayirlilerden haberi bile yokken,Paris’i her köşesinde çiftlerin seviştiği bir şehir kabul eden;kendi abazalığımızı rus kadınlarının namussuzlu adıyla saklamaya çalışan;solculuğun anlamını atadan kalma zihniyetle allahsızlık kabul edip,her muhabbette “Deniz Baykal varken CHP’ye oy vermem” yalanını atan bir toplum olmuşuz zaten,düzeltemesek bile,hiç olmazsa bu haliyle kalması için gayret edelim..

Kötünün iyisiyle avutuyoruz ya kendimizi;”Allah beterini vermesin”lerle aydınlık yarınlara bakmaya çalışalım yeniden!!!

Hadi hayırlı traşlar!!

13 Ekim 2009 Salı

açıklama



Dün akşam Çömoğlu’nda 4 eski-iyi arkadaş plansız programsız bir araya gelmiş buluverdik kendimizi..dördümüzün birbirine verdiği gazla beşinciyi aradık,o da damladı..uzadıkça uzadı muhabbet..çok güldük çok eğlendik..arkadaşlardan birisi –ki kafasının küçüklüğüyle ünlüdür :) – “oğlum mamo blogu takip ediyoz iyi hoşta,hani yazılar fotolar da güzel eyvallah,ama o eski mamo çello şiirleri yok be baba!” (bundan sonrasını aslında onun el kol hareketlerini görmenizi çok istediğimi,görmediğiniz için de ben de halen aklıma geldikçe güldüren o etkiyi sizde bırakamayacağını bilerek yazıyorum) ”lan msn’de Soner abiyle yazışıyoz,napiyon dedim,”napim mamonun bloga bakıyom” dedi..blog ne dedim “sansür”!!!.yav işte dedi şiirleri yazıları felan var dedi.dedim nassı giriyon oraya?link verdi,tam tıklayacam..vazgeçtim..koştum dolaba,aldım bi bira mı,kapıyı da arkadan kitledim..dedim oğlum mamo kahret ulan beni,isyanlara sok la beni!!açtım baktım yazı yazmışın bissürü..resimler mesimler orijinal,yazılar da hoş,hani okuyunca mamo konuşuyo sanıyosun.nası konuşuyosa öle yazmış..ama o eski şiirler,o eski efkar yok baba..yani valla gene çok hoş olmuş..yani ordan 2-3 yazıyla gene kız düşürüm ben mevzu o değil de,o şiirlerden de koy baba..bu kadar entel olma “sansür”.

Hareketleriyle,mimikleriyle,zaten kalbime taht kurmuş olan kardeşimin,yaptığı eleştirilerle,daha önce yapılan benzer eleştirileri hatırladım.bloğumu günlük olarak takip eden arkadaşlarım olduğunu,pek çoğunun –benim için bu çok büyük bir onur-kendisine açılış sayfası yaptığını biliyorum.ayrıca sonunda etkin hale getirebildiğim mail yoluyla bildirme olayımız var.bu fonksiyon çalışmıyor sanıyordum ama, birkaç gün evvel bir arkadaş müjdeyi verdi sağolsun.bu blogda ulaşabildiğim insanlar çoğaldıkça haliyle,şunu şöyle yapsan,bunu böyle yapsan diyenler de çoğaldı..güzel şeyler bunlar..herkes,benim olan,biraz daha güzel olsun diye uğraşıyor,kafa yoruyor, hepsine teşekkürler.ben de hepsinin eleştirilerine ayrı ayrı cevap vermek yerine,şimdi bu postla ortak eleştiriye tek bir cevap vermek isterim:o bildiğiniz mamo chello şiirleri niye yok bu blogda?son 6-7 yıldır arkadaş ortamlarında,sahil muhabbetlerinde, okuduğum şiirlerim vardı.dinleyen arkadaşlarımdan “yazıp versene” gibi bazı talepler oldu.ve ben bu talepleri özür dileyerek reddettim.sizlerin “bildiğimiz mamo chello şiirleri” dediğiniz şey,aslında benim için çok önemli olan bir olay için veya çok özel bir insan için yazdığım şiirler.o şiirleri bu sayfalara taşıyıp “kopyala-yapıştır”la bir başkasına mal olmasına gözüm,gönlüm tahammül etmez.bu blogda birkaç şiirimi yayınladım,görmüşsünüzdür.o şiirler bile,yasal olarak bana ait olduğunu onaylattığım şiirler olmasına rağmen,bir başkasının alıp “benim şiirim” demesi korkusuyla, emeğimin çalınması korkusuyla,göz nurumun çalınması korkusuyla uykularımın kaçmasına neden oluyor :)

İşin özeti şu :beni inanılmaz mutlu ediyor bu talepleriniz.sizi çok iyi anlıyorum. Ricamdır,siz de beni anlayın..

Yukarıda yazdıklarımı bizim küçük kafalı yaratık arkadaşıma da anlattım:)o kadar anlattım ettim,herif sanki şiirlerimi öven,blogda yayınlamam için ısrar eden o değilmiş gibi tuttu öyle bi cümle kurdu ki:”ooyyy…la senin şiirlerini kim çalıp napsın?Necip Fazıl mısın lan sen göt!!?”

..al da bozdur!! :))

ben yokum arkadaş!!



Milli Takımımız maalesef bir başkasının şanssızlığına umut bağladığı Dünya Kupası Elemelerinden hüsranla ayrıldı..bu yazı futbolla ilgili bir yazı değil.ben hocanın yanlış kadro tercihlerinden,futbolcuların teknik beceri(ksizlik)lerinden bahsetmicem. bizi bu noktaya getirdiğini düşündüğüm hayatından içinden,çok değersiz görünen (ve belki de sizin için öyle olan) birkaç küçük noktadan bahsedicem.

Herkesin yorumu farklı olabilir tabii,zaten futbolun kendisi tamamıyla yoruma açık bir oyun.ama okullarının bahçesinde futbol oynamanın yasak olduğu bir ülkeden,çok başarılı bir milli takım çıkmasını beklemek herhalde mucizeye yakın bir şey olacaktır.dünya 3.lüğümüzle,Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupasıyla avutaduralım biz kendimizi.başarısızlıklarla dolu tarihimizi birkaç küçük başarının ardına gizlemeye çalışalım daha.Babasından gizli futbol oynamaya çalışanların ülkesi, bu işe yatırım yapan ülkelerden devşirdiği adamlarla takım olmaya çalışıyor. Hamit-Halil Altıntop,Yıldıray,Mustafa İzzet,İlhan,Nuri,Mevlüt,Kazım bir çırpıda aklıma gelenler.(bir de Aurelio var tabi ama onun ülkesi Brezilya’da,futbol Allah vergisi yetenek,çok bir yatırım falan yapıldığı yok açıkçası)Son zamanlarda Mesut Özil için de aynı girişimlerde bulunuldu,ama Mesut tercih hakkını doğup,yetiştirildiği Almanya’dan yana kullandı.

Şunu sormak isterim siz değerli blog okurlarına:siz en son ne zaman yürüdüğünüz veya arabanızla gittiğiniz bir yolda futbol oynayan çocuklar gördünüz? eminim hayli zaman geçmiştir..mahalle maçlarının yapıldığı,mahalledeki boş bir arazinin veya okul bahçesinin stadyuma çevrildiği maçlar bitti biteli,gayrı resmi bir altyapı tesisi vazifesi gören sokaklarda genç yetenekler meydana çıkmaz oldu.yazının başında da belirttiğim gibi,bu size çok değersiz bir ayrıntı olarak gelebilir,ancak ben sokak arasında oynanan futbolun,mahalle maçlarının bitmesinin bugün gelinen noktada pay sahibi olduğunu düşünenlerdenim.bu sezon bile,kendi genç takımı barakadan soyunma odaları kullanan ülkemizin güzide kulübü Beşiktaş, geleceğin genç yıldızı diye lanse ettiği Serdar Kurtuluş için 2 yıl önce,İsmail Köybaşı’na da bu yıl milyon dolarlar ödedi.o parayla alt yapıya yatırım yapılsa,o altyapıdan kaç İsmail,kaç Serdar çıkardı,bunu düşünmediler bile..altyapılardan oyuncu gelmedikçe,eldeki oyuncularda yaşlanmaya başlayınca,biz de hep beraber bu noktaya gelmiş bulunduk işte.


Okullarımızda verilen Beden Eğitimi derslerinde,bize esas duruşu,dirsek temas aralığı hizaya girmeleri,uygun adım yürüyüşleri öğrettiler.futbol,basketbol veya voleybola sıra geldiğinde ise,sahaların ölçülerinden,kaçar dakika oynandığından falan bahsetmişlerdi.sonunda hepimiz iyi birer asker olduk ama futbolumuz yerlerde süründü,basketbolumuz 12 dev adamın ancak birkaç maç iyi oynamasına yetti..Beden Eğitimi derslerinde bize güvercin taklaları attırıp,uygun adım yürüdüler geleceğimizin üstüne!bu arada şunu da belirtmek isterim Milli Eğitim Bakanlığı yeni yayınlayacağı bir genelgeyle haftalık Beden Eğitimi dersi sayısını 1’e düşürmeye hazırlanıyor.yerine büyük ihtimalle İngilizce öğretemeyen öğretmenlerin girdiği İngilizce dersleri,ya da sayısal derslerden birini koyacaklar..şu birkaç gün içerisinde Beden Eğitimi öğretmenlerinin bir protesto yürüyüşü olacak.işin garip tarafı bu konuda şikayetçi olan,olayı protesto etmeye hazırlana hiçbir velinin olduğunu duymadım..aynı veliler,bugün Milli Takımın başarısızlığını futbolcuların ruhsuzluğuna, hocanın iş bilmezliğine bağlasınlar,federasyonu da aptallıkla suçlasınlar..sizi bilmem, ben suçlayanların ve suçlananların birbirinden daha akıllı olduğunu zannetmiyorum! kimse kusura bakmasın!
Neticede grubumuzda durum kesinleşti:Bosna Hersek ve İspanya bu guruptan çıktılar.Biz de,arkadaşına küsüp oyunu bırakan çocuklar gibi,bütün suç talihimizdeymiş gibi,kaderimize küsüp “ben yokum,siz oynayın!” dedik…hayat yaptığımız çocukluğa çocukça bir cevap olarak nanik yapmadı belki ama,futbolun tanrıları şimdi bir yerlerden bize bakıp kıs kıs gülmekle meşgul..

12 Ekim 2009 Pazartesi

9 Ekim 2009 Cuma

büyüksün...


....

bir erkek ister 25. yüzyılda yaşasın,isterse uzay çağında,hiç farketmez..her erkeğin ayı bir tarafı vardır,var olacaktır..ve bu ayının da sadece o ayının bildiği bir ini vardır..bir erkek ne olursa,kim olursa olsun,bazen o ine girip kendi olmak,ağlamak,zırlamak,kendine ait bir zaman yaşamak ister...

....

....

....

..bak oğlum bir kadın ne ister biliyor musun?bir kadın bir erkekten bir tek şey ister:herşeyi!!

....

....

hayatımdaki çok ama çok önemli bir adamla uzun süre sonra yaptığımız sohbetlerden birinde,döktürdükleri..varolsun...

4 Ekim 2009 Pazar

yiğit özgür..



akşam akşam,yorgun argın,aç aç,gene koparttı yiğit özgür denen muhteşem adam..

sen insansan,biz neyiz:)

deja vu!!



direk olaya geçiyorum:
oteldeydim bugün,çok ama çok yoğun 2 günün,2.sinin başları daha..misafirin biri 344 liralık oda ekstrasını ödemek üzere kredi kartını uzattı.pos cihazına giderken kendi kendime bu rakamın aynısını yine çektim sanki diye düşündüm..kartı taktım,miktarı girdim,yanıt:Onaylanmadı..misafire dönüp başka kartı olup olmadığını veya nakit ödemek isteyip istemediğini sordum.bunun üzerine misafir daha önce aynı ses tonundan duyduğuma yemin edebileceğim bir cümle kurdu:"nasıl olur ya,daha dün akşamda restoranda kullandım!" sonra elini cüzdana attı ve Amerikan Ekspres kartını uzattı.."maalesef bizde bu kart kullanılmıyor" derken şöyle 1 saniye kadar durakladım..deja vu'ydu..misafire gidip cüzdan sokmaya çalıştığı karta uzandım..tekrar deneyebilir miyim dedim..e olmadı dedin gibisinden bir şeyler demeye çalışırken,"verin dedim,bu sefer olacak.." misafirin şaşkın bakışları altında pos cihazına gittim işlemi tekrar denedim ve ödeme onaylandı..geriye döndüm,misafire doğru giderken adam suratıma garip garip bakıyordu.buyrun diyerek kartını ve kendisine ait olan nüshayı uzattım..adamın bakışları hayırdır inşallah kıvamında bakarken biraz öne eğilip "deja vu'ydu" dedim..adam çok enteresan buldu çok az lafladık olayla ilgili..

müthiş bi deneyimdi..daha önce de deja vu yaşamıştım,ama bu sefer devamını,daha yaşamadan hatırladım...

erdim mi lan!?

3 Ekim 2009 Cumartesi

rüyada başbakan görmek!!


rüyada başbakan görmek neye işaret eder acaba..hayırdır inşallah- ışığa bakıp anlatayım- rüyamda tayyip erdoğan'ı gördüm..bi an ulan dedim bilinçatımdaki AKPlimi harekete geçiyor nedir!yoksa bilinçaltımı özelleştirip yok pahasına birine mi devredecekler derken,konuşmaya başladı başbakan..sözüm ona,bana ve beraberinde olduğum bi kaç kişiye Demokratik Açılım'dan bahsediyor..açıkçası halen ne olduğunu tam olarak anlayabilmiş değilim.kimsenin de oturup adam akıllı anlattığı da yok zaten..birileri iyi diyor,birileri kötü..içeriği nasıl bi şey bilmem ama,adını çok kötü koymuşlar yav..şimdi Türkiye Cumhuriyetinin,kürt asıllı bir vatandaşı olarak,olaya demokratik açılım denmesi beni düşündürdü.ben şahsen demokratik haklarıma sahibim.daha doğrusu bu ülkede ki,ortalama vatandaşın sahip olduğu bütün demokratik haklarımı kullanabiliyorum..bu isimle yola çıkmak Türkiye Cumhuriyetinin kendi kalesine gol atması gibi bi şey oldu biraz..hani sankidaha önce demokratik değilmişiz de,AKP açıp demokratikleşecekmişiz gibi..

topluma da YİNE korku hakim..yav bu ülke ne kadar cesur görünüp,ne kadar korkan bi ülke Allahım..benim bebekliğimde dövizden korkarlardı..dövizle uyuşturucu bulundurmak aynı şeymiş derdi babam..o kadar korktuk korktuk,sonra dövizi serbest kılan adamı halk kahramanı yaptık,komik milletiz lan:)

bi ara -çok net hatırlarım- Aczmendi diye bi grup tebelleş oldu başımıza..hepsini toplasan bu ülkenin ortalama bi ilçesi bile etmeyecek kadarlardı,ama 70 milyonu bir korku saldı..ne lan bu 300 spartalı mı!?alt tarafı bir tarikat..inanışlarını kendi yorumlayışlarıyla yaşayan bir kaç adam..onlardan da çok korktuk!!

sonra satanistler çıktı başımıza..ülkenin gençliği elden gidiyordu bize sorsanız..her siyah giyinene satanist demeye,otobüs duraklarında,sokak aralarında tartaklamaya başladık..neslimizi mahvedeceklerdi bize kalsa..bi kaç ay geçti,hop!ne soraan,ne edeen,unuttuk!!

Endonezya vakasını atlamayacağım..Endonezya olacaktık,ülke batacaktı,geriye gidecekti..çok karanlık günler bekliyordu bizi..canlı oturumlar,yuvarlak masa toplantıları yapıldı..halka soruldu,halk bokunu çıkardı.."Endonezya ne ki,yobazlar laikliği alt eder islam cumhuriyeti olur,şeriatla yönetilir,popayi yeni gineye döneriz" dedi bi sığır -ki doğrusu papua yeni gine- "vallaha oluruz" dedi ötekilerde...stüdyodaki aklı başında (!) heriflerden biri de demedi ki: "ülen sürü;papua yeni gine müslüman değil,ulan hristiyan bile değil,din yok orda!!"

korktuk baba hep korktuk..açılım maçılım bilmem ben..kulaktan dolma korkulara karşıyım hepsi bu..hem türkçeyi,hem kürtçeyi çok iyi konuşurum.ve kürtçeyi OKULUNDA ÖĞRENMEDİM!!nice "Kürtçü" tanıdığım var,"çocuğum kürtçe öğrensin istiyorum,kürtçe eğitim,kürtçe okul istiyorum!"diye bağırıyor bas bas.."sen niye öğretmedin ulan?" diyesim geliyor,ya sabır çekiyorum,susuyorum..trt6'yı daha oturup adam akıllı seyretmedim,kaç kişiyi seyrediyor onu da bilmem,bence isteyenlerin bile %30'u ancak izliyordur..

velhasıl-ı kelam..olsun,açılım olsun,karşı değilim..olmazsa da olmasın,meraklı değilim..DTP meclisteyken,zaten daha ne kadar demokratik olunur,daha fazla bu millet niye gerilmeye çalışılır,onu da anlamış değilim..korkmayın diyorum sadece..korkmayın yahu!!neler gördük,bir açılımla yıkılmaz bu devlet..

en sonuda başbakanı kızdırıp,kasımpaşalı damarına basarsak,o da alır eline kılıcını "iyeeeyyyttt AÇILIN ulannn!!" diye aramıza dalar diye korkuyorum..işte o zaman hepiniz korkun:))

melodi

Eski,siyah-beyaz fotoğraflara bakarken 2 şeyi merak ederim:
1-mekanın ve kıyafetlerin gerçek renkleri.
2-çekilenlerin fotoğraf öncesi ve sonrası konuşmaları..

Bu fotoğrafta birkaç şeye takıldım..mesela 2. sırada kıçını küfeye sokarak oturan herif,orda oturan ben olsaydım,hissedeceğim şeylerin aynısını mı hissediyor?..ben müthiş rahat ederim çünkü..kendisine bu soruyu soramadığım için,bir küfenin 2 farklı kıç üzerinde bıraktığı etkiyle ilgili bugün de en ufak bir bilgi kırıntısı dahi yok bende..uyuklayan adamın uyuklama sebebi,5. sıradaki herifin kıyafetleriyle bu ortama ters düştüğü ve niye orda olduğu falan..ama benim için en merak edilen konu:en sondaki –veya fotoğrafın perspektifine göre- en baştaki adamın dudağındaki ıslık…hangi melodiyi çalıyor acaba…





“E elinin körü.buna mı takıldın deve..” dediğinizi duyar gibiyim..duymazlıktan geliyorum:)


Foto : Ara Güler
Kaynak : antoloji.com

alex'e saha

Tam Fenerli Alex’e göre bi saha..gündüz maçlarında boşuna kavrulmasın, beklerken ağacın gölgesine saklansın diye.

Şimdilik fotoğrafta gördüğünüz ,Tunceli’nin Çemişgezek ilçesi pilot bölge olarak seçilmiş..Aziz Başkan yakından takip ediyor,kullanışlı olursa seneye Kadıköy’de..

:))


ağaç



1.ağaç - hacım bekliyoz da,bu saatten sonra kimse gelmez bence..
2.ağaç - oğlum bekleyelim biraz daha..anca gelirler zaten..
3.ağaç - yok aga yok..bence de gelmeyecek bu kızlar…kandırıldık!
2.ağaç - ekildik mi lan?
1.ağaç - ekildik…
3.ağaç - güzel oldu ama lan..


Yukarıda ki berbat espiri girişimimin ardından içerimdeki bütün mesaj kaygımı aşağıdaki satırlara dökerek,siz değerli “bayan blog okurları”na sesleniyorum:
“SEVGİLİ EKMEYİN,AĞAÇ EKİN..DOĞA KAZANSIN,DÜNYA KAZANSIN..”

güzel konuştum..

çocuk fotoğraflarından her malzeme çıkar baba..çokça da kullandım zaten bu blogda..hüzünlü yazının da,eğlenceli yazının da başına koydum çocuk fotolarını..bu sefer yazıya fotoğraf koymuyorum:fotoğrafa yazı yazıyorum!

yaptığı işle bu kadar gurur duyan bir insan görmüş olabilir misiniz bilmiyorum..peki her hangi bir duvara işedikten sonra..”hihihihi..ulan amma şekil verdim haa..” diye bakıp,aynı zamanda bu kadar sevimli olabilen birini görmemişsinizdir kalıbımı basarım…koptum ulan!!

güç


Silahlardan kale direği,savaş meydanından saha,top,bildiğiniz top..bu fotoğrafı şöyle bir yorumlamak gerekirse,şöyle yorumlarım:günümüzde insanların savaş deyip,benim savaş olmadığı konusunda adım kadar emin olduğum mücadelelere şöyle bir göz gezdirirsek,ve yukarıdaki fotoğrafla harmanlarsak şöyle bir kanıya varıyorum:savaş meydanı denilen yerde üstün olan tarafla,güçsüz olan taraf bu kez futbol sahasında karşı karşıya gelse sonuç ne olur? İsrail-Filistin,Irak-ABD,Güney-Kuzey Kore,Rusya-Gürcistan…yakın tarihte ve halihazırda şahit olduğumuz silahlı ve güç dengesinin inanılmaz derecede farklı olduğu bu mücadelelerde,işi futbol sahasına taşımak da galibi değiştirmeyecek..tabi,bir futbol mucizesine şahit olmazsak..

Brezilya ve Arjantin’i saymazsak,halkının yoksullukla mücadele edip,milli takımlarının ve/veya ülke futbollarının gelişmiş olduğu bir ülke yok.bu iki ülke de son zamanlarda inanılmaz derece güç kaybediyorlar üstelik.yakın tarihte dünya futbolunun önemli takımları hep Avrupalılar.Dünyanın en çok takip edilen Takımlar Şampiyonası Avrupa Şampiyonlar ligi.Dünyanın en çok izlenen ülke ligi bir Avrupa ülkesi olan İngiltere’de oynanan Barclays Premier League.Dünyanın en iyi futbol ligi kabul edilen lig,İspanya La Liga..

Zaman zaman Türkiye’nin bazı çıkışları olmuyor değil..Bir dönem milli takımımız dünya 3.lüğü,Galatasaray ise UEFA kupası kazanma başarısını göstermişti.Fenerbahçe’nin ve Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligindeki en büyük başarıları ise çeyrek final.

Dünyanın ekonomisine yön verenler, zengin ülkeler,mahallenin ağır ağabeyleri,sadece ekonomiye değil,futbola da yön veriyorlar.futbola yön vermek demek halkın üzerinde zaten yeterince kontrol etme şansı veriyor insanlara.Güzel ülkemizde milli takımın her zaferinden sonra usulca,derinden yapılan zam operasyonları buna güzel bir örnek olabilir.işin özeti:gelişmişlik,güçlüyseniz,her alanda güçlüsünüz;güçsüzseniz,yoksunuz!

2 Ekim 2009 Cuma

kavgalar,yapanlar ve haksızlık üzerine..


Güç dengesizliği söz konusuysa,artık eşit olmayan silahların kullanılmasına bile alıştık maalesef..taş’a karşı top güllesi,yal’nayak çocuklara karşı hummer..Amerika ve soysuz dostu İsrail sayesinde bu manzaralara çokça şahit olduğumuzdan,ve elimizden yapılabilecek bir şey gelmediğinden(!) işin kolayına kaçtık,alıştık..

Güç dengesizliği söz konusuysa şayet,Türk toplumu olarak zayıftan yana olmak gibi ortak bir karar almış gibiyiz..nerde gariban,nerde ezilen varsa ondan yanayız.güç dengesizliklerinde silah,mekan,hava şartları,sayı hepsine tamam..bana en çok dokunan ve her seferinde bana güç dengesizliğinden öte bir şeymiş gibi görünen bir şey var:yüksekten vurmak!!canının yakılamayacağı,darbenin sana ulaşamayacağı garantisiyle düşmana abanmak!!!

Fotoğrafta –elindeki makineye bakılırsa-büyük ihtimalle bir gazeteci ve elinde bir sopayla ona saldıran bir güvenlik görevlisi..o gazeteci “dur” dese,”sen bi in o attan.o sopayı bırak.” dese..hani olmaz ya;o da attan inip,sopayı da bıraksa..yine de dövse!!ama bu sefer o çocuk da bir hamle yapabilse,vuramasa bile,şöyle yumruğunu sallayabilse..eşit olabilseler,ve dayağı eşit şartlarda dövüştüğü birinden yese!!!

Ben herkesin aksine savaşa karşı değilim!!!ona başka bir postta değineceğim,ben şunu söylüyorum;kavga?o da olsun;tek ki,haksızlık olmasın!!

ekim


Ekim,elinden tutup yanında getirdiği birkaç huzursuzluk ve yoğunluğu bıraktı ahir ömrümün kıyısına..o yoğunluktan gelişini bu sayfalarda karşılayamadım bile.biraz geç bir hoş geldin diyorum Ekim’e..
Gözümüz aydın millet,nur topu gibi bir Ekim’imiz oldu..bugün 2 ekim 2009…