9 Mart 2015 Pazartesi

Çare Sergen


Ülkemizin önde gelen bira firmalarının birisin sponsorluğunda gerçekleştirilmiş olan bir alkol gecesinin neticesinde, Metin’in yer yer kahve lekeleri ve şekerli bir sıvı olmasını umduğum beneklerle kaplı çekyatında sızmıştım. Ara sıra uyanıyor ve Metin-Bünyamin ikilisinin, kulağıma gelen sohbetine kulak misafiri oluyordum. Her türlü misafirliğin kısa olanı makbuldür diyerekten, kaldığım yerden tekrar sızıyordum. Nasıl becerdiğimi anlamamakla beraber, bu sızmalar ve kulak misafirlikleri arasında rüyalar görüyordum. Bu rüyaların bir tanesinde, 23 Nisan bayramı vesilesiyle mahalle muhtarımız olan Hüsamettin Cindoruk’un koltuğuna oturuyor, sınıf öğretmenim olan İstemihan Talay’la beraber yerel gazetecilere poz veriyordum. Sağ yanımdan soluma doğru dönerken,  araya Bünyamin’in coşkulu sesi giriyordu:
-Ne demek lan Hagi Alex’den büyük topçu! Ağzından çıkan şey, kulağın varlığından bihaber!
-Değil mi lan!? Alex ne yapmış Avrupa’da! Bana Avrupa kupalarında iyi oynadığı bi tane maç söyle!
-Olum adam bu ligde hem gol, hem asist kralı olmuş! Şampiyonluklar yaşamış! Kaptanlık yapmış! Heykeli dikilmiş ulan adamın! Var mı Hagi’nin heykeli?
-Hitler’in de heykelini yaptılar! Büyük adam mıydı Hitler!!
-Büyük denmez ona ama kendi davasında başarılı olmuştur neticede!
-Başaralı mı oldu? İntihar etti lan adam!!
-Ne intiharı lan kepçük!! Adam Brezilya’ya döndü, gene kaptan yaptılar!
-Olum Alex’ten mi bahsediyoruz, Hitler’den mi?
-Farkeder mi lan! Her ikisi de kendi alanlarında başarılı adamlar!
-LAN İNTİHAR ETTİ DİYORUM ADAM, İNTİHAR!
-Hala intihar diyor ya! Olum tivit attı geçen bizim derbiden sonra!
-Hitler mi?
-Ne Hitler’i lan gergedan!!! İntihar etti o, nasıl tivit atcak!! Salak ya, yemin ediyorum gerizekalı bu çocuk!


Orada koptum mevzudan… Tekrar rüyalar alemindeydim. Bu kez rüyamda BİM’in üst düzey yetkililerinden birinin danışmanlığını yapıyor, Kahtalı Mıçı’nın, verdiğimiz sponsorluk desteğiyle çıkardığı “LE LE LE Sakine” albümünün tanıtım kokteylinde boy gösteriyordum. Bir elimde şampanya kadehi, diğer elimde kürdana saplanmış bir adet çiğköfte sıkımıyla misafirlerle konuşuyordum. Her gittiğim bistroda kadehimi elimden bırakıp misafirlerimizle şakalaşıyor, gülüşmeler arasında bir sonraki bistroya geçiyordum. Bu esnada sahneye çıkan Metin, mikrofonu eline alıyor ve şöyle diyordu: 
-Baykal’ın vizyonu yoktu! Vardı diyen siyasetten bi bok anlamıyodur!
-Kılıçdaroğlu’nun var diyosun!
-Hayır. Onun da yok.
-E sen demedin mi var diye!
-Ben Baykal’ın yoktu dedim.
-Ben Baykal’ı mı sordum sana?
-Yok Kılıçdaroğlu’nun varmı dedin?
-E Baykal’ı niye anlatıyon o zaman?
-Ben Baykal’ın vizyonu yok dedim!
-Hala Baykal diyo yaa!!

Salyalarımı yastığa akıtarak, yüzü koyun döndüm. Bu kez rüyamda mahalle abimiz İlyas Salman yeni bi minibüs almış, beni de muavin olarak yanına almak istiyordu. Babam bizi terkedip gittiği, Annem ben daha çok küçükken öldüğü için beni büyütmüş olan dayım Kazım Kartal buna şiddetle karşı çıkıyor, “Hayır! Sen okuyacaksın! Büyük adam olacaksın! Annenin emanetisin sen bana. Anlıyor musun? Okuyacaksın sen!” diyerek, beni omuzlarımdan tutup silkeliyordu. “Ne bok yerseniz yiyin yaa, bana ne!” diyerek onların ikisini orada bırakıp, arkadaşım Sezercik’le beraber, Ayşecik’le kesişmek için Kız Meslek Lisesi’ne doğru yola koyuluyorduk. Okulun dağılmasının ardından Ayşecik 2 örük yapılmış saçlarıyla salınarak koşuyor, kapıda bekleyen hususi otomobile doğru süzülüyordu. Araba tam önümüzden geçerken simitçilik yapan Ediz Hun’a çarpıyor, Ediz Hun kör oluyor, simitler yola saçılıyordu. Ben ve can arkadaşım Sezercik, yerdeki simitlerden 5-10 tane alıp bileğimize takıyor, birer tanesini de kemirerek mahalleye dönüyorduk. Karşıdan gelen bir abi, bize “Gençler, Merkez Bankası nerde?” diye soruyordu.
-Ha!! Nerede Merkez Bankası? Dolar olmuş ebesinin nikahı, Euro aynı nikahta alkolü fazla kaçırmış enişte… Niye müdahale etmiyorlar lan o zaman!
-Ya bi siktir git Bünyamin ya! Öyle kolay mı lan o işler?
-Ne demek kolay mı!? O mevkiye gelmişsen, o maaşı alıyosan, o resmi araçlara binip benim paramla alınan benzini yakıyosan, bunun da çaresini bulacaksın kardeşim!
-Haydaaa! Tuttu nerelere çekti konuyu yaa! Ulan öyle bi şey olsa müdahale etmezler miydi?
-E faizleri düşürsün!
-O nerden çıktı ooluum?
-İndirecek abi! Faizleri indirecek! Sıradan bi banka mı orası! Merkez Bankası lan o… Ne demek merkez? Centrum ne demek biliyon mu? Centrum. İngilizce?
-Sen İngilizce mi biliyon lan at kafası!
-Ben bilmiyorum, ama o bankanın başındaysan İngilizce bileceksin birader! Onun için oradasın!
-İyice manyaklaştın! İngilizce bilmek için mi orada o adam?
-E faizleri düşürsün o zaman!

Altımda kalan kolum uyuşmuştu. Kolumu çekyattan sarkıtıp kan gitmesini beklerken tekrar sızmış, kahvede taş çalarken yakalanmış olan Cemal Süreya’yla amansız bi ağız dalaşının içinde bulmuştum kendimi. Üstat, ısrarla taş çaldığını inkar ediyor, takozdaki fazladan 2 taşıysa, eli yanlış dağıtan Che Guevera’nın iş bilmezliğine bağlıyordu. “Hasta la siempre!” diyerek yerinden fırlayan Commandante, kahve sahibi Hulusi Kentmen’in hışmına uğruyor, “Hasta masta diye bağırmayın bir birinize, hasta etmeyin lan adamı!” diyerek ağırlığını koyuyordu. Olayın demokratik yollarla halledilmesine karar veren kahve ahalisi, sandık başına gidiyor, sandıktan Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki AK Okey partisi birinci çıkıyordu. Cumhuriyet Halk Okeyi 2. Parti olarak kahveye ana muhalefet olarak girerken,  asıl sürprizi Demokratik Sol Okey ve Milliyetçi Hareket Okey’i yapıyor ve barajı geçmek için gereken oyu alamayarak kahve dışında kalıyordu. Balkon konuşması için Recep Tayyip Erdoğan’ı davet etmek üzere mikrofonu eline alan Bünyamin:
-Bizim günahımız Suriyeli olmamak mı bilader!?
-Konuyu hep başka yerlere çekiyosun sen!,
-Hayır bana bunun cevabını ver! Bizim suçumuz, günahımız, efendime söylim, kabahatimiz Suriyeli olmamak mı?
-Kardeşim savaş var diyorum savaş! Savaş mağduru bu insanlar, geri mi çevirseydik? Gidin, ölün mü deseydik?
-İyi de, gelin memleketin anasını sikin demekle iyi mi ettik peki?
-Tabi ki iyi değil. Ama öbür türlüsü de vicdana sığmaz…
-Netice? Suriyeliler kampa sığmıyor, öbürü vicdana sığmıyor! Bizim günahımız ne?
-Bizim bi günahımız yok, ama yaşanan süreç içerisinde kaçınılmazdı diyorum ben.
-Bal gibi de kaçınılırdı efendim! Ulan Urfa’da Suriyelilere karşı 20.000 kişi protesto yürüyüşü yapmış, 12.000’i Suriyeliymiş! Bu nasıl memleket ya!
-Senin insanlığına tüküreyim be! Seni yoğun bi kampa alıp beynini resetlemek lazım!
-He Suriyelileri sokamadığınız kampa benim gibileri sokun siz! Benim günahım ne lan! Suriyeli olmamak mı?!

Suriyeliler falan derken kafam iyice karışmıştı. Bu kez rüyamda Romalıydım. Senato’ya giderin kralını yapan Sezar’ın ayak işlerini yapan bir Endülüs Emevisinin oğluydum. Babamla beraber ha babam deh babam, Sezar’ın işlerine koşturuyorduk. Yunanistan’da düzenlenen olimpiyatlarda Roma-Yunanistan arasında oynanan cirit oyunu berabere bittiği için seri ok atışlarına geçilmiş, son oku hedefin üstünden dışarı atan Roberto Baggio da, ceza olarak benim emrime verilmişti. Baggio’yla beraber, Sezar’ın tacı için yaprak yolmaya çıkmış, en parlak ve en taze yaprakları aramaya koyulmuştuk. Biz böyle avare avare dolaşırken, ağaçların arasından babamın bize doğru koştuğunu gördük. Bedri Baykam’ın vücudu içindeki babam,  “Sezar bıçaklandııııı… Ambulaaaaannnsss!” diye feryat figan koşturarak, sol kanatta önündeki boşluğu değerlendiren İbrahim Üzülmez gibi yanımızdan koştu gitti… Biz de arkasından zapırdadık… Babam son çizgiye kadar inip gidecek yeri kalmayınca, dizlerinin üstüne yığıldı. Baggio babamın üstüne kapanıp, “N’oldu Urzaiz Emmi! Ne bıçağı, ne Sezar’ı?” diye sordu. Babam bi yandan hıçkırarak ağlıyor, bi yandan da “Sezar…. Senatodakiler, Sezar’ı bıçakladı…” diyiverdi… Baggio şoka girmişti, gözlerini gözlerime dikmiş, öylece bakıyordu… Alt dudağımı bir süre ısırıp, aynı anda iki yumruğumu sıkarak sıktığım dişlerimin arasından: “Kesin Brütüs ipnesi yapmıştır!” diye tısladım!.. Babamı bir ağacın dibine bırakıp senatoya koştuk. İçeri bir girdik ki allaaaaah, ortalık elli altı olmuş! Bağırtılar, ağlamalar, zafer çığlıkları hepsi bi arada… Bu kargaşa arasında bizim Metin yeni Sezar olmuş, konuşma yapmak için kürsüye çıkmıştı:
-Senin dediğin şey, bizim gibi tam medenileşmemiş toplumlarda olmaz.
-Biz medeni değil miyiz? Yabani miyiz biz?
-Birey olarak bakma olaya. Genel toplum yapısına bakarsak medeni değiliz, evet.
-Ya sen yemin ediyorum toplum düşmanısın! Devlet düşmanısın, vatan haini gibi bi şeysin lan sen!
-Yine saçmalıyorsun ama artık şaşırmıyorum. Zaten bana sorarsan yeryüzünde gerçek anlamda medeniyetten söz etmek söz konusu bile değil. Irkçılık var, sınıfsal ayrılıklar var, eşitsizlik var… Var da var.
-Sen tut 2 yıllık pazarlama bölümünü 3 yılda ancak bitir, sonra gel sosyolog ol bana, toplumun fotoğrafını çek… Yürü be Metin be! Türkiye seninle gurur duyuyor! Görüyor musun canım Türkiyemi! Sen ona medeniyetsiz diyorsun ama o gene de seninle gurur duymakta bir beis görmüyor?
-Bunları bilmek için sosyolog olmaya gerek mi var lan antilop!
-Lan olum sen tutmuşsun ırkçılık mırkçılık diyon! Ulan ırkçılık her yerde var, biz de yok lan!
-Allah allah? Sen herhangi bir azınlığın mensubu değilsin ki lan götoş! Onlara karşı bir haksızlık yapılmadığını hangi hakla söylersin?
-Bu memlekette zenci öldürülüyor mu bilader? Ver ırkçılığa bir örnek?
-Çingene kılıklı adam diye insanları aşağılayan biz değil miyiz? Birazcık esmer adama Allah’ın arabı diyen biz değil miyiz? Irkçlık değil mi bu?
-Sen hakkaten yüce divanda yargılanacak bir zihniyetsin ya! Ama yok, yüce divan olmaz sana, seni aşşaalık divanda yargılamak lazım… Divan bile olmaz lan, seni bu çekyata yatırıp iyi bi dövmek lazım…

“SERGEN ATI ŞAMPİYONLUK GELDİİİİİ!!!” diyerek fırladım çekyattan! İkisi de korkudan sıçradılar.. Karnımı kaşıyarak, bunların yanından geçip tuvalete gittim. Dönüşte ikisini de şaşkın bir halde bana bakarken buldum.. Çekyata uzandım. Sağ kolumla gözümü kapatıp:

“-Bu topraklara gelmiş en büyük topçu Sergendir olum, Sergen.” Dedim,sızdım.