Ülkemizin önde gelen bira firmalarının birisin
sponsorluğunda gerçekleştirilmiş olan bir alkol gecesinin neticesinde, Metin’in
yer yer kahve lekeleri ve şekerli bir sıvı olmasını umduğum beneklerle kaplı
çekyatında sızmıştım. Ara sıra uyanıyor ve Metin-Bünyamin ikilisinin, kulağıma
gelen sohbetine kulak misafiri oluyordum. Her türlü misafirliğin kısa olanı
makbuldür diyerekten, kaldığım yerden tekrar sızıyordum. Nasıl becerdiğimi
anlamamakla beraber, bu sızmalar ve kulak misafirlikleri arasında rüyalar görüyordum.
Bu rüyaların bir tanesinde, 23 Nisan bayramı vesilesiyle mahalle muhtarımız
olan Hüsamettin Cindoruk’un koltuğuna oturuyor, sınıf öğretmenim olan İstemihan
Talay’la beraber yerel gazetecilere poz veriyordum. Sağ yanımdan soluma doğru
dönerken, araya Bünyamin’in coşkulu sesi
giriyordu:
-Ne demek lan Hagi
Alex’den büyük topçu! Ağzından çıkan şey, kulağın varlığından bihaber!
-Değil mi lan!? Alex
ne yapmış Avrupa’da! Bana Avrupa kupalarında iyi oynadığı bi tane maç söyle!
-Olum adam bu ligde
hem gol, hem asist kralı olmuş! Şampiyonluklar yaşamış! Kaptanlık yapmış!
Heykeli dikilmiş ulan adamın! Var mı Hagi’nin heykeli?
-Hitler’in de
heykelini yaptılar! Büyük adam mıydı Hitler!!
-Büyük denmez ona ama
kendi davasında başarılı olmuştur neticede!
-Başaralı mı oldu? İntihar
etti lan adam!!
-Ne intiharı lan
kepçük!! Adam Brezilya’ya döndü, gene kaptan yaptılar!
-Olum Alex’ten mi
bahsediyoruz, Hitler’den mi?
-Farkeder mi lan! Her
ikisi de kendi alanlarında başarılı adamlar!
-LAN İNTİHAR ETTİ
DİYORUM ADAM, İNTİHAR!
-Hala intihar diyor
ya! Olum tivit attı geçen bizim derbiden sonra!
-Hitler mi?
-Ne Hitler’i lan
gergedan!!! İntihar etti o, nasıl tivit atcak!! Salak ya, yemin ediyorum
gerizekalı bu çocuk!
Orada koptum mevzudan… Tekrar rüyalar alemindeydim. Bu kez
rüyamda BİM’in üst düzey yetkililerinden birinin danışmanlığını yapıyor,
Kahtalı Mıçı’nın, verdiğimiz sponsorluk desteğiyle çıkardığı “LE LE LE Sakine”
albümünün tanıtım kokteylinde boy gösteriyordum. Bir elimde şampanya kadehi,
diğer elimde kürdana saplanmış bir adet çiğköfte sıkımıyla misafirlerle
konuşuyordum. Her gittiğim bistroda kadehimi elimden bırakıp misafirlerimizle
şakalaşıyor, gülüşmeler arasında bir sonraki bistroya geçiyordum. Bu esnada
sahneye çıkan Metin, mikrofonu eline alıyor ve şöyle diyordu:
-Baykal’ın vizyonu
yoktu! Vardı diyen siyasetten bi bok anlamıyodur!
-Kılıçdaroğlu’nun var
diyosun!
-Hayır. Onun da yok.
-E sen demedin mi var
diye!
-Ben Baykal’ın yoktu
dedim.
-Ben Baykal’ı mı
sordum sana?
-Yok Kılıçdaroğlu’nun
varmı dedin?
-E Baykal’ı niye
anlatıyon o zaman?
-Ben Baykal’ın
vizyonu yok dedim!
-Hala Baykal diyo
yaa!!
Salyalarımı yastığa akıtarak, yüzü koyun döndüm. Bu kez
rüyamda mahalle abimiz İlyas Salman yeni bi minibüs almış, beni de muavin
olarak yanına almak istiyordu. Babam bizi terkedip gittiği, Annem ben daha çok
küçükken öldüğü için beni büyütmüş olan dayım Kazım Kartal buna şiddetle karşı
çıkıyor, “Hayır! Sen okuyacaksın! Büyük
adam olacaksın! Annenin emanetisin sen bana. Anlıyor musun? Okuyacaksın sen!” diyerek,
beni omuzlarımdan tutup silkeliyordu. “Ne
bok yerseniz yiyin yaa, bana ne!” diyerek onların ikisini orada bırakıp, arkadaşım Sezercik’le beraber,
Ayşecik’le kesişmek için Kız Meslek Lisesi’ne doğru yola koyuluyorduk. Okulun
dağılmasının ardından Ayşecik 2 örük yapılmış saçlarıyla salınarak koşuyor,
kapıda bekleyen hususi otomobile doğru süzülüyordu. Araba tam önümüzden
geçerken simitçilik yapan Ediz Hun’a çarpıyor, Ediz Hun kör oluyor, simitler
yola saçılıyordu. Ben ve can arkadaşım Sezercik, yerdeki simitlerden 5-10 tane
alıp bileğimize takıyor, birer tanesini de kemirerek mahalleye dönüyorduk.
Karşıdan gelen bir abi, bize “Gençler, Merkez Bankası nerde?” diye soruyordu.
-Ha!! Nerede Merkez
Bankası? Dolar olmuş ebesinin nikahı, Euro aynı nikahta alkolü fazla kaçırmış
enişte… Niye müdahale etmiyorlar lan o zaman!
-Ya bi siktir git
Bünyamin ya! Öyle kolay mı lan o işler?
-Ne demek kolay mı!?
O mevkiye gelmişsen, o maaşı alıyosan, o resmi araçlara binip benim paramla alınan
benzini yakıyosan, bunun da çaresini bulacaksın kardeşim!
-Haydaaa! Tuttu
nerelere çekti konuyu yaa! Ulan öyle bi şey olsa müdahale etmezler miydi?
-E faizleri düşürsün!
-O nerden çıktı
ooluum?
-İndirecek abi!
Faizleri indirecek! Sıradan bi banka mı orası! Merkez Bankası lan o… Ne demek
merkez? Centrum ne demek biliyon mu? Centrum. İngilizce?
-Sen İngilizce mi
biliyon lan at kafası!
-Ben bilmiyorum, ama
o bankanın başındaysan İngilizce bileceksin birader! Onun için oradasın!
-İyice manyaklaştın!
İngilizce bilmek için mi orada o adam?
-E faizleri düşürsün
o zaman!
Altımda kalan kolum uyuşmuştu. Kolumu çekyattan sarkıtıp kan
gitmesini beklerken tekrar sızmış, kahvede taş çalarken yakalanmış olan Cemal
Süreya’yla amansız bi ağız dalaşının içinde bulmuştum kendimi. Üstat, ısrarla
taş çaldığını inkar ediyor, takozdaki fazladan 2 taşıysa, eli yanlış dağıtan
Che Guevera’nın iş bilmezliğine bağlıyordu. “Hasta la siempre!” diyerek yerinden fırlayan Commandante, kahve sahibi Hulusi Kentmen’in hışmına uğruyor, “Hasta masta diye bağırmayın bir birinize,
hasta etmeyin lan adamı!” diyerek ağırlığını koyuyordu. Olayın demokratik
yollarla halledilmesine karar veren kahve ahalisi, sandık başına gidiyor,
sandıktan Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki AK Okey partisi birinci çıkıyordu.
Cumhuriyet Halk Okeyi 2. Parti olarak kahveye ana muhalefet olarak girerken, asıl sürprizi Demokratik Sol Okey ve Milliyetçi
Hareket Okey’i yapıyor ve barajı geçmek için gereken oyu alamayarak kahve
dışında kalıyordu. Balkon konuşması için Recep Tayyip Erdoğan’ı davet etmek
üzere mikrofonu eline alan Bünyamin:
-Bizim günahımız
Suriyeli olmamak mı bilader!?
-Konuyu hep başka
yerlere çekiyosun sen!,
-Hayır bana bunun
cevabını ver! Bizim suçumuz, günahımız, efendime söylim, kabahatimiz Suriyeli
olmamak mı?
-Kardeşim savaş var
diyorum savaş! Savaş mağduru bu insanlar, geri mi çevirseydik? Gidin, ölün mü
deseydik?
-İyi de, gelin
memleketin anasını sikin demekle iyi mi ettik peki?
-Tabi ki iyi değil.
Ama öbür türlüsü de vicdana sığmaz…
-Netice? Suriyeliler
kampa sığmıyor, öbürü vicdana sığmıyor! Bizim günahımız ne?
-Bizim bi günahımız
yok, ama yaşanan süreç içerisinde kaçınılmazdı diyorum ben.
-Bal gibi de
kaçınılırdı efendim! Ulan Urfa’da Suriyelilere karşı 20.000 kişi protesto
yürüyüşü yapmış, 12.000’i Suriyeliymiş! Bu nasıl memleket ya!
-Senin insanlığına
tüküreyim be! Seni yoğun bi kampa alıp beynini resetlemek lazım!
-He Suriyelileri
sokamadığınız kampa benim gibileri sokun siz! Benim günahım ne lan! Suriyeli
olmamak mı?!
Suriyeliler falan derken kafam iyice karışmıştı. Bu kez
rüyamda Romalıydım. Senato’ya giderin kralını yapan Sezar’ın ayak işlerini
yapan bir Endülüs Emevisinin oğluydum. Babamla beraber ha babam deh babam,
Sezar’ın işlerine koşturuyorduk. Yunanistan’da düzenlenen olimpiyatlarda
Roma-Yunanistan arasında oynanan cirit oyunu berabere bittiği için seri ok
atışlarına geçilmiş, son oku hedefin üstünden dışarı atan Roberto Baggio da,
ceza olarak benim emrime verilmişti. Baggio’yla beraber, Sezar’ın tacı için
yaprak yolmaya çıkmış, en parlak ve en taze yaprakları aramaya koyulmuştuk. Biz
böyle avare avare dolaşırken, ağaçların arasından babamın bize doğru koştuğunu
gördük. Bedri Baykam’ın vücudu içindeki babam, “Sezar
bıçaklandııııı… Ambulaaaaannnsss!” diye feryat figan koşturarak, sol
kanatta önündeki boşluğu değerlendiren İbrahim Üzülmez gibi yanımızdan koştu
gitti… Biz de arkasından zapırdadık… Babam son çizgiye kadar inip gidecek yeri
kalmayınca, dizlerinin üstüne yığıldı. Baggio babamın üstüne kapanıp, “N’oldu Urzaiz Emmi! Ne bıçağı, ne Sezar’ı?”
diye sordu. Babam bi yandan hıçkırarak ağlıyor, bi yandan da “Sezar…. Senatodakiler, Sezar’ı bıçakladı…”
diyiverdi… Baggio şoka girmişti, gözlerini gözlerime dikmiş, öylece bakıyordu…
Alt dudağımı bir süre ısırıp, aynı anda iki yumruğumu sıkarak sıktığım
dişlerimin arasından: “Kesin Brütüs
ipnesi yapmıştır!” diye tısladım!.. Babamı bir ağacın dibine bırakıp
senatoya koştuk. İçeri bir girdik ki allaaaaah, ortalık elli altı olmuş!
Bağırtılar, ağlamalar, zafer çığlıkları hepsi bi arada… Bu kargaşa arasında
bizim Metin yeni Sezar olmuş, konuşma yapmak için kürsüye çıkmıştı:
-Senin dediğin şey,
bizim gibi tam medenileşmemiş toplumlarda olmaz.
-Biz medeni değil
miyiz? Yabani miyiz biz?
-Birey olarak bakma
olaya. Genel toplum yapısına bakarsak medeni değiliz, evet.
-Ya sen yemin
ediyorum toplum düşmanısın! Devlet düşmanısın, vatan haini gibi bi şeysin lan
sen!
-Yine saçmalıyorsun
ama artık şaşırmıyorum. Zaten bana sorarsan yeryüzünde gerçek anlamda
medeniyetten söz etmek söz konusu bile değil. Irkçılık var, sınıfsal ayrılıklar
var, eşitsizlik var… Var da var.
-Sen tut 2 yıllık
pazarlama bölümünü 3 yılda ancak bitir, sonra gel sosyolog ol bana, toplumun
fotoğrafını çek… Yürü be Metin be! Türkiye seninle gurur duyuyor! Görüyor musun
canım Türkiyemi! Sen ona medeniyetsiz diyorsun ama o gene de seninle gurur
duymakta bir beis görmüyor?
-Bunları bilmek için
sosyolog olmaya gerek mi var lan antilop!
-Lan olum sen
tutmuşsun ırkçılık mırkçılık diyon! Ulan ırkçılık her yerde var, biz de yok
lan!
-Allah allah? Sen
herhangi bir azınlığın mensubu değilsin ki lan götoş! Onlara karşı bir
haksızlık yapılmadığını hangi hakla söylersin?
-Bu memlekette zenci
öldürülüyor mu bilader? Ver ırkçılığa bir örnek?
-Çingene kılıklı adam
diye insanları aşağılayan biz değil miyiz? Birazcık esmer adama Allah’ın arabı
diyen biz değil miyiz? Irkçlık değil mi bu?
-Sen hakkaten yüce
divanda yargılanacak bir zihniyetsin ya! Ama yok, yüce divan olmaz sana, seni
aşşaalık divanda yargılamak lazım… Divan bile olmaz lan, seni bu çekyata
yatırıp iyi bi dövmek lazım…
“SERGEN ATI ŞAMPİYONLUK GELDİİİİİ!!!” diyerek fırladım
çekyattan! İkisi de korkudan sıçradılar.. Karnımı kaşıyarak, bunların yanından
geçip tuvalete gittim. Dönüşte ikisini de şaşkın bir halde bana bakarken
buldum.. Çekyata uzandım. Sağ kolumla gözümü kapatıp:
“-Bu topraklara
gelmiş en büyük topçu Sergendir olum, Sergen.” Dedim,sızdım.