27 Kasım 2010 Cumartesi

okunasi..

ucan hollandali'nin blogundan..okuyun,okutun..


Bir pazar günü evinizden çıkıyorsunuz, bisikletinizle veya arabanızla stadyuma gideceksiniz her ikisi için de ayrılan park yerlerine park ediyorsunuz. Toplu taşıma ile gidecekseniz, maçın başlamasından önceki 1-1,5 saat süresince stadyuma giden ücretsiz otobüslerle stadyuma gidiyorsunuz, kulüp mağazasından alışverişinizi yapıp, size, karşıladığında “iyi Günler” giderken “İyi Seyirler” dileyen bir polisin aramasından geçip, koltuğunuza oturuyorsunuz. Alkollü içkinin serbest olduğu son teknoloji olanaklarıyla kaplı stadyumda maçınızı izleyip, aynı bedava otobüslerle veya aracınızla evinize dönüyorsunuz. Bir başka pazar günü evden çıkıyorsunuz. Kendi paranızla toplutaşıma araçlarına binip stadyuma ulaşıyor turnikelerin önünde kuyruk olup, şiddete başvurmak için fırsat kollayan, korkutucu bakışlı güvenlik güçlerinin arasından geçip stadyuma giriyor, maç sonunda, maçın bitişinden 1-2 saat sonra, trafiğin de etkisiyle kendinizi ancak eve atabiliyorsunuz. Hangisini tercih edersiniz diye sormayacağım. Hele hele ikincisindeki cehenneme giriş fiyatı, ilk cennete giriş fiyatından daha pahalıysa. Hangi muameleye ne ödediğimizin hikâyesi bu yazı.

2006 Dünya Kupası’nın yarattığı reform akımıyla nerede ise tüm stadyumlarını yenileyen Bundesliga, bugün maç izleme ve maç günü zevkinin en yüksek olduğu lig olarak gösteriliyor. Güvenlik güçlerinin taraftarlara olan tavırları, stadyum içi, disiplin, konfor, tribün kültürünün İngiltere’deki gibi güvenlik gerekçesiyle tamamen köreltilmediği stadyumlar sezon boyunca 42.000 ortalamaya oynadı. Bu inanılmaz bir rakam ki ikinci ligde 15.000 ortalamaya ulaştı Almanlar. Borussia Dortmund’un stadyumu Westfalenhalle, ölmeden görülmesi gereken stadyumlar rasında başta gelenlerden. Bu stadyumun, efsane kale arkasında maç izlemenin sezonluk bedeli ortalama 150 avro. Yani 300 lira aşağı yukarı. Maraton olarak tabir edilen koltukların ortalama fiyatı ise 450 avro civarında. Bayern Münih’in stadyumu Allianz Arena’da da durum aynı. Normal koltukların fiyatları 150-650 avro arasında değişiyor. Zirveye oynayan bir başka takım Schalke 04’te de biletler 140-740 avro arası. Yani bir futbol sevdalısı için, hafta sonunun en renkli geçirileceği ülke Almanya’da biletlerin en pahalısı, bizim paramızla 1.500 TL’yi bile bulmuyor.

İtalya’da Inter’in kombine biletleri San Siro’nun kaçıncı katında oturduğunuza göre değişiyor. 170 ile 1.800 avro arasında değişen fiyatlar var. Örneğin tribünün ikinci katında oturmanın bedeli ortalama 350 avro. Şampiyonlar Ligi’ni kovalayan takımlardan Sampdoria’nın sezonluk kombinesi ortalama 300, Fiorentina’da 500 avro civarı. İngiltere’de Manchester City kombinelerini 150-450 pound arasında satıyor. Manchester’ın kırmızı tarafında ise Glazer ailesine duyulan öfke ve şampiyonluğun Chelsea’ye kaptırılması ile bilet fiyatları donduruldu. 500-930 pound arasında değişen fiyatları görüyorsunuz. Yani şu meşhur “endüstriyel futbol”un kralı United’ın, satışa çıkardığı en pahalı bilet, 2.200 TL civarı.

Türkiye’ye gelelim. Yıllardır Türkiye’de meşhur bir tribün teröründen bahsedilir durulur, ama kimse bu teröre sadece taraftarların yol açmadığını, işin içinde güvenlik güçleri ve yöneticilerin de olduğunu dile getirmez. Bir futbolsever için Türkiye sınırlarında maç izlemek çoğu zaman işkenceye dönüşebiliyor. Güvenlik güçleri çoğu zaman taraftarları şiddet yoluyla bastırmayı seçiyor ve örneğin ailenizle gittiğiniz bir maçta, polis copuyla haşır neşir olmanız oldukça yüksek bir ihtimal. Keyfilik, kontrolsüz şiddet ve anlayış noksanlığı hâd safhada. Üstelik stadyumların güvenliği de içler acısı bir durumda. Ali Sami Yen Stadyumu tribünlerinin alt kısmındaki çatlaklar yıllardır boyalarla kapatılıyor. Birçok stadyumumuz yamalı ceketten farksız. Beşiktaş İnönü Stadyumu kapalı tribün kombinelerini 1.500 TL civarı bir fiyattan satıyor. Fenerbahçe de kombine biletlerini ortalama bu fiyattan satıyor ama örneğin Allianz Arena’da 650 avro olan koltuğun değeri, Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda 3.500 TL.

Türk taraftarı Avrupa’nın en yüksekleri arasında olan bu bilet fiyatlarının dondurulması, indirilmesi, taraftarlara yapılan muamelelerin iyileştirilmesi veya maç gününde karşı karşıya kaldığı diğer uygulamalar hakkında, kulüp yönetimleriyle nerede ise hiçbir ilişki kuramamış durumda. Maç kuyruklarında atılan “yönetim uyuma taraftara sahip çık” sloganları ve birtakım tribün liderlerine dağıtılan bedava biletlerden öteye gitmiyor kulüp-taraftar ilişkileri. Örneğin Batı Avrupa ülkelerinde taraftarlar düzenli toplantılarla kulüp temsilcileri ile görüşüp takımın gidişatı hakkında görüş bildiriyorlar. Özellikle işler kötüye gittiğinde kulüplerin kendi destekçilerini dinleme gibi bir alışkanlıkları var. İngiltere’de, büyük patronlara karşı önemli muhalif oluşumlar var. Bizim coğrafyamızda, örneğin Yunanistan’da da kulüp-taraftar ilişkileri üst düzeyde. Panathinaikos yeni inşa edeceği stadyumun ismini taraftarlar arasında yaptığı bir ankette belirlemişti örneğin. Ancak nedense iş bizim coğrafyaya gelince, kulüp yönetimlerinin keyfi politikasını kabullenip buna karşı muhalif, organize bir hareket yürütemeyen insan topluluğu ile karşılaşıyoruz.

Söz kombine kartlardan açılmışken hoş bir anektodla bitirelim. Geçtiğimiz sezon, İngiltere üçüncü ligi olan League One takımlarından Norwich City, ligin açılış maçında Colchester United’a, kendi evinde 7-1 mağlup oldu. Norwich’li 2 taraftar, daha ilk maçın sonunda kombine kartlarını yırtıp teknik direktör Bryan Gunn’ın yüzüne fırlattılar. Norwich, teknik direktörünü değiştirdi ve sezon sonunda şampiyon olarak Championship’e yükseldi. Kombinelerini fırlatan 2 taraftar daha sonra takımın gidişini görüp, kartları geri almak için kulübe başvurdular ancak red cevabını aldılar.

linki buradadir..